Eleştiri
Won’t You Be My Neighbor?
Öncelikle bir dekatlık blog hayatımda ilk kez bir belgesel hakkında 100-150 kelimenin üzerinde bir şeyler yazmak için klavye başına oturduğumu söylemem, olası gevelemelerim için peşin peşin özür dilemem gerek. Won’t You Be My Neighbor bu ilkliği ile benim için önemli olduğu kadar, Oscar’ın bu seneki belgesel yarışında da şimdiden favori gösterilmesi sebebiyle öne çıkıyor. İyilik ve nezaket timsali, bir jenerasyonun gençlerini pozitif mesajlarla büyüten, hayatını çocuklara adamış Fred Rogers’ı anlatmakta bu film. 50 yıl sonrasında ardında bıraktığı mirası doğru düzgün incelemeye alan ilk yapım olma özelliğini taşıyor fakat Jim Carrey’li Kidding’te izlerini gördüğümüz gibi önümüzdeki sene Tom Hanks’li kurgusal versiyonuyla beyazperdelerimize konuk olacağını da eklemek isterim. Kişiye atanmış her anlatıda olduğu gibi buz dağının görünmeyen kısmıyla ilgilenmeyi tercih ediyor Won’t You Be My Neighbor. Hafızalara kazınan şarkının bir satırından adını almış yapım, Rogers’ın çocuklara da birer yetişkin gibi davranılabileceği düşüncesi üzerinden hareket etmesiyle start alıyor. Bir televizyon personasına dönüşmeden evvel öyle ya da böyle bilimsel araştırmalara büyük bir katkıda bulunmuş evlerin kibar beyefendisi. Annesi bulunan hiçbir şeyi yemem diyerek vejetaryen olması, hayatında sigaraya ve alkole asla elini sürmemesi, düzenli hayatı, Forrest Gump’a düşkünlüğü ve ABD’nin en edepli kanalı PBS’in temellerini atması gibi inanılmaz temiz bir sicille adım adım bu istisnai hayatın özeti çıkıyor karşımıza. Ama evrensel bir üne sahip olmadığı ve tamamen hâlihazırdaki nostaljiye oynaması sebebiyle okyanusun diğer tarafında verilen reaksiyonlara benzer bir tutum yakalayabilmek namümkün. Wikipedia sayfasından hâllice, kurallarına sıkı sıkıya bağlı kronolojik kurgusuyla film yapma prensiplerini bir kenara bırakarak tarih dersi vermeye soyunuyor Won’t You Be My Neighbor. Ne yazık ki Rogers’ın yıldızına en ön sıradan şahit olmadıysanız da ılık meltemlerde verdiği savaşa, dişe gelir bir pozitiflik ile yaklaşmak imkansız. Burada tabii işin içerisine ilgi alanlarının girdiğini ve bu cetvelle çizilmiş biyografi tadındaki belgesellerin benim bünyemde hep benzer bir süzgeçten geçtiğini de eklemem gerek. Bir noktada, acı ama, Rogers’ın karanlık bir tarafını ifşa eder ve biz de dünyaya inmiş meleğin bitmek tükenmek bilmeyen atanamamış mesih faaliyetlerinden başka bir şey izleriz diye umut ettim. Ama geçtim ufak bir çıkıntılığı, düşüncesi bile geçmemiş belli ki Bay Rogers’ın zihninden. Dolayısıyla öğrenmenin ve öğretmenin düzeneğini küresel olarak değiştirmiş olsa da içindeki çocuğu asla kaybetmemiş koca adamımızın en az yaptığı program kadar anaç kaygılarını hitap ettiği ana vatanına bağışlıyorum. Yine de bu yapımın bizim gibi, kendisine aşina olmayan ülkelerde nasıl karşılanacağını merak ettiğimi de eklemem gerek. Sorunun nerede olduğunu anlamak adına iki saatlik vaazin seyirci üzerindeki etkilerini incelemek benim adıma keyifli olacak. Unutmadan… Alacağı Oscar şimdiden ailesine ve Instagram filtresiyle filmini tamamlayan yönetmenine hayırlı olsun. Bir de rakiplerini görelim, o gün tekrardan konuşuruz.
Fesat Mukayese: Barış Manço ile 7’den 77’ye > Mister Rogers’ Neighborhood