Pride Boy
#PrideBoy: Funeral Parade of Roses
Jean-Luc Godard ile Stanley Kubrick’in bulunduğu besin zincirinde tam ikisinin arasına düşen Toshio Matsumoto, Japon Yeni Dalgası sırasında üretimde bulunmuş yönetmenlerden biri. Uzak Doğu kültürünün önemli bir parçası olmasına rağmen hep yokmuş gibi davranılan transseksüelleri bir fetiş nesnesine çevirerek kendi ikiyüzlülüklerini sorguladığı Funeral Parade of Roses ismindeki filmi de LGBTQ+ sinemasının önemli eserlerinden biri olarak kabul görüyor. Öyle ki kuir evrenle uzaktan yakından alakası olmayan pek çok vizyonere bile ilham kaynağı olmuş, A Clockwork Orange’ın hamuruna karıştırılmış bir film bu. Ancak sinema tarihinin her dönüm noktasına kucak açmak mecburiyetinde hissetmediğim gibi, Funeral Parade of Roses’un mesai isteyen anlatım diliyle de sıkıntılar yaşadım ne yazık ki. İlk izleyişimi Yan Odadan Filmler dahilinde gerçekleştirdikten sonra, BFI listesinde görünce belki o dönem film zehirlenmesine girmiş ve beğenememiştim diyerek başına oturdum ancak Oscar Boy cephesinde, üzülerek söylüyorum, değişen bir şey yok. Tersi yüzü karışmış yapboz parçalarını andıran kurgusu, birer fotografik hatıra oluşturmak üzere çaba harcanıp içi doldurulmamış mizansenleriyle benim yedinci sanata dair hoşlaşmadığım her şeyin bir kokteyli kıvamında. Esasen beden politikası üzerinden cinsel kimliklerimizin akışkanlığına dair hem görsel, hem de fiilen başarılı beyanlarda bulunmuyor değil. Ama bir izleyici olarak benim için anlam ifade eden sahnelerinin arası asla dolmadı ne yazık ki. Seksin çiğ formu ile aktivistlik için kollarını kıvırdıktan sonra hemen sonra bir takım bağımsız kareler yakalamak adına şehrin sokaklarını arşınlıyor, o da yetmiyor dar odalarda lensi kontekst barındırmayan durumlara odaklıyor. Arıyorum teker teker satır aralarını. Söylediği cümleler çok mu büyük, hiç mi sarf edilmemiş? Toplumun kimliksiz olmasını istediği eşcinsel bireyler aynı toplum tarafından kendi çıkarlarına ve zevklerine hizmet ettiği müddetçe değer sahibiymiş diye daha önce haykırılmamış mı? Ya da içine düştüğü auteur sineması hapisanesinde daha lineer, yapıyı bozarken takip edilecek bir patika için de çaktırmadan yol haritasını seyircinin önüne bırakmak mümkün değil miymiş? İşte buralarda tükeniyorum ben. Bu yüzden de Yeni Akım’ın Tumblr estetiği ile buluştuğu 21. yüzyılda da esin kaynaklarını sıkça bağıran anlatılara geçit veremiyorum. Funeral Parade of Roses da varsın yarım asır öncesinin filmi olsun. Verilen amansız gösteriş mücadelesi ve kendini herhangi bir açıklama yapmaktan kurtaracak etiketleri koyma alışkanlığı hep aynı. Tüm sürrealistliğini size, on sahnede bir denk gelen haklı isyanını kendime ayırıp tarihteki yerine geri bırakıyorum kısacası. Sinema tanrıları, 2010’lu yıllarda gösterime girmiş olsa A24 ya da Annapurna’nın çatısı altında yer bulacak bu kaosla yıldızım barışmadığı için beni affetsin. Olmayınca olmuyor.
Fesat Mukayese: Barbarella > Funeral Parade of Roses