Oscar 2011
Oscar’ın ardından
Ve tüm yıl boyunca beklediğimiz o an geldi geçti. 83. Akademi Ödülleri hızlı başladı, hızlı bitti. Öyle ki normalde Türkiye saatine göre sabah 7’yi aşan tören uzun zamandır ilk kez bu kadar erken sonlandı. Peki tören nasıldı, süprizlerle karşılaştık mı?
Tören hiç olmadığı kadar sıkıcıydı bence bu yıl. Gerek törenin tamamının bir konsepti olmaması, gerekse ödüllerin hiç adres şaşırtmaması Akademi Ödülleri’ni her zamankinden daha sıkıcı hale getirdi. Bir de şu var tabi. Zannediyorum bu yıl ilk kez Oscarlar birliklerin dağıttığı ödüllerle bu kadar benzer seçimler yaptı. SAG, DGA, PGA gibi törenlerin uyuşmasından geçtim ASC ile bile pek uyuşmayan Akademi Wally Pfister‘a En İyi Görüntü Yönetimi ödülünü vererek düzeni bozmamayı tercih etti.
Oyuncular konusunda diyecek pek birşey yok. Critics Choice, Altın Küre ve SAG’i kazanan 4 isim Oscar’ı da aldı. Melissa Leo‘nun ödülü ne kadar hak etmiş olursa olsun dünyanın en antipatik kadını olduğu gerçeğini değiştiremeyeceğimiz malum. Bir de siz okuyucuların benzetmelerine göre düşünürsek bu sene Akademi gerçekten istediğine ödülü verdi. Aman şu ödülü de hak etmedi diyeceğimiz film yok. Inception halkın gönlünü fethetmiş olabilir ama bu The King’s Speech‘in kötü bir film olduğunu göstermez. O yüzden şimdiden okuyuculardan gelecek tepkilere karşı hazırlıklı olalım istiyorum. Ben de The King’s Speech‘i çok desteklemiyor olsam da filme kötü demeye dilim varmaz. Oyunculara geri dönersek… Natalie Portman artık klüpte olduğu için çok mutluyuz. Sonunda o da “Academy Award winner” olarak anılacak. Nicole Kidman, Charlize Theron, Kate Winslet ve Marion Cotillard gibi iyi aktrislerin arasına katılmış olması olağanüstü. Christian Bale için de aynısını söylemek mümkün. Sonunda o da rüştünü ispat etmiş oldu. Zaten çok başarılı bir oyuncu olduğunu biliyorduk ama tescillenmiş oldu.
Bana göre törenin en kötü sonucu En İyi Yönetmen dalındaydı. Yeryüzündeki hiç kimse Tom Hooper‘ın Oscar’ı almasının hakkı olduğunu bana savunamaz. Hele ki Fincher ve Aronofsky varken. Ama şu da var ki içten içe kazanacağını biliyorduk. Gece boyunca NTV’deki canlı yayında bile Mehmet Açar, Hooper‘ın iyi bir yönetmen olduğundan bahsedip durdu. Benim bu seneki yönetmen beşlim arasında olmasa da diyecek birşey yok. Şu an HBO tipi televizyon filmleri çeken Hooper‘ın Oscar’ı var, her yaptığı film kült olan usta yönetmen David Fincher‘ın ise hiç birşeyi yok. Bu gerçeği düşündükçe suratınıza acı acı çarpıyor.
Tüm bunları bir kenara atıp En İyi Film yarışına dönersek özellikle son anlarda The Social Network‘ü desteklediğimi söylemeliyim. The King’s Speech – The Social Network çatışmasından bahsediyorsak ben bu ikili arasında yenilikçi bir tutum sergileyen tarafı tercih ediyorum. Ama tabi En İyi Film The King’s Speech seçildi. Kendimizi paralasak da sonuç bu. Oturup da ahlanıp vahlanmamın alemi yok. Ki zaten kötü bir film de değildi, bunu üstüne basa basa söylemek istiyorum. Slumdog Millionaire‘den beri En İyi Film ödülünü kazananlar için adam akıllı sevinemedim sadece.
Sunuculara gelelim bir de. Çok kötüydü. Yani bence Hathaway & Franco ciddi anlamda vasattı. Hele ki James Franco tam bir fiyaskoydu. Müzikal numara dahi yapmamaları bence büyük bir kayıptı. Ödül sunan isimler arasından Steven Spielberg‘in söylemi en iyisiydi. En İyi Film ödülünü sunarken kazanamayanlar için de söylediği cümle bence tüm bu Akademi olayını açıklığa kavuşturuyordu. Kimin kazandığı gerçekten önemli değil, çünkü Oscar’a aday olmuş olmak bile bir film için büyük prestij. Diğer ödül sunucularından özellikle Kirk Douglas ve Sandra Bullock iyi güldürdü. Billy Crystal‘ın da sahneye çıktığı dakikalar kayda değerdi. Bu arada gece boyunca sahne alan özgün şarkı adayları o kadar kötüydü ki kötünün kötüsünü de seçerek başka bir ilke imza attılar. Ödüllerin tamamına bakmak isteyenler için bir de şöyle özet geçelim:
En İyi Film: The King’s Speech; Iain Canning, Emile Sherman ve Gareth Unwin
En İyi Yönetmen: Tom Hooper, The King’s Speech
En İyi Erkek Oyuncu: Colin Firth, The King’s Speech
En İyi Kadın Oyuncu: Natalie Portman, Black Swan
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Christian Bale, The Fighter
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Melissa Leo, The Fighter
En İyi Uyarlama Senaryo: The Social Network; Aaron Sorkin
En İyi Özgün Senaryo: The King’s Speech; David Seidler
Yabancı Dilde En İyi Film: In a Better World (Danimarka); Susanne Bier
En İyi Animasyon: Toy Story 3; Lee Unkrich
En İyi Kurgu: The Social Network; Angus Wall ve Kirk Baxter
En İyi Sanat Yönetimi: Alice in Wonderland; Robert Stromberg ve Karen O’Hara
En İyi Görüntü Yönetimi: Inception; Wally Pfister
En İyi Kostüm Tasarımı: Alice in Wonderland; Colleen Atwood
En İyi Makyaj: The Wolfman; Rick Baker ve Dave Elsey
En İyi Özgün Müzik: The Social Network; Trent Reznor ve Atticus Ross
En İyi Özgün Şarkı: We Belong Together – Toy Story 3; Randy Newman
En İyi Ses Kurgusu: Inception; Richard King
En İyi Ses Miksajı: Inception; Lora Hirschberg, Gary A. Rizzo ve Ed Novick
En İyi Özel Efekt: Inception; Paul Franklin, Chris Corbould, Andrew Lockley ve Peter Bebb
En İyi Belgesel: Inside Job; Charles Ferguson ve Audrey Marrs
En İyi Kısa Film: God of Love; Luke Matheny
En İyi Kısa Animasyon: The Lost Thing; Shaun Tan ve Andrew Ruhemann
En İyi Kısa Belgesel: Strangers No More; Karen Goodman ve Kirk Simon
Tahsin Hançer
28 Şubat 2011 at 16:03
Oscar = Gerçek Tanım feat. kalite
Oscar bir güç gösterisi değil aslında çünkü birçoğu için Akademi Ödülleri bu şekilde adlandırılıyor.Amerika, yolun başında da değil. Hollywood para yatırıyor, korkmadan ve sonunda beklediğinin çok üstüne çıkabiliyor ama istisnalarıda var. Tanım farkı var sinemasında.Farklı bir İpek Yolu.Safkanlarıyla savaşıyor Amerikan sineması.Önüne çıkanları ezme politikası yok bunlar içinde.Kalitesiyle saldırıyor fakat benzerleriyle nasıl mücadele edeceğini de iyi biliyor. Kimi yerde isimlerle ön plana çıkıyor, bazen stüdyoların teknikleriyle, çoğu zaman yönetmen gözüyle ama her zaman kafalara oturmuş ama aslında sadece bir düşünce olan Hollywood gerçeğiyle.Bizi sabah altıya kadar ayağa dikebiliyor.Günlerce bilet almak için kuyruk çilesini çektiriyor.Her ülkede durum bu.Yapımcı işini gayet iyi biliyor.Stüdyo matematik hesaplarıyla neyin , ne kadar kar getireceğinin farkında.Bu bir kandırmaca veya başında söylediğim gibi güç gösterisi değil.İşi bilmenin verdiği haklı ego çıkışlarından biri.
Peki biz nasıl mücadele ediyoruz.Etmek zorunda mıyız.Ediyor muyuz??? Hayır.Kendimizi bu derin ve geniş deliğin içine sokuyoruz.Yer yer böyle notlar,anektodlar yazdırıyor, yer yer ise uzun eleştireler yapmamıza ama gene o çemberin içinde kalmamıza neden oluyor Amerikan sineması.Renkli bir evren.Milyon dolarların döndüğü, açılımı olan, olgun bir sinema anlayışı.Üzülerek söylememiz gerekiyor ki Siyad Ödüllerini, Yeşilçam hatıralarını rafa kaldırmamıza neden olan bir kadraj bu iş.Zor bir iş.Kaçılamaz bir eğlence.Aslında sevdiğimiz ama inkar etmeye çalıştığımız bir vizyon.Mücadele nereye kadar sürecek sizce. Bence mücadele daha başlamadı ve hiç bir zaman başlamayacak Amerikan sinemasıyla.Boyumuzu aşan bir engel olduğunu tam olarak kavrayana kadar inkar çabasına giricez.Sonunda gene o bilet kuyruğunda bulucaz kendimizi.Teşekkürler.
Melike Pehlivan İŞler
1 Mart 2011 at 20:26
Yazınız çok beğendim. Ben de sizin gibi düşünüyorum. The King’s speech iyi bir film ama ben kurgusu sebebiyele artık bu sene Fincher’e diyetini öderler diye üşünüyordum. Bence olmadı ve çok sakin bir törendi…. Elinize sağlık… Ve kurgu, en iyi yönetmen, en iyi film sarmalını bozdular ben hayret ettim hala da ediyorum…