Oscar 2013
Oscar Sohbetleri: Sezona bir kala…
Son Oscar Sohbetleri‘nden bu yana bir ay geçmiş. Yine yazamamamın bir sürü açıklaması var ama bilgisayarımla alakalı problemleri duymak sizler kadar beni de yorduğundan hiç oralara girmiyorum. Tahminden çok yarıştaki son durumdan bahsedelim istiyorum bu hafta. Malum Pazartesi itibariyle eleştirmen birliklerinin ödül sezonu açılıyor. Önce New York, ardından NBR, son olarak da Los Angeles ödüllerini dağıtacak ki zaten en önemli üç eleştirmen grubu da bu saydıklarım. Aralık ayı içerisinde kimin gerçekten sevildiğini anlayacağız. Diğer yerel eleştirmen grupları da bir bir kendilerine göre en iyileri seçecekler ve Oscar tahminlerimize ışık tutacak bir tablo çıkacak ortaya. Yalnız eleştirmenlerin ödüllerini de çok dikkate almamanız taraftarıyım. Malum The Social Network’ün tüm ödülleri silip süpürdüğü, Oscar’ın ise The King’s Speech’e gittiği seneyi henüz unutamadık.
Peki geçtiğimiz haftalarda neler oldu? The Master, sonunda Türkiye’de izleyicisine ulaştı. Ben zaten fikrimi kendi eleştirimde beyan ettim. Her ne kadar Paul Thomas Anderson’ı sevsem de The Master’ın çok takdir ettiğim bir işi olmadığını yazmıştım. Yalnız filmle ilgili direkt düşüncelerim haricinde izledikten sonra Akademi’ye göre bir film olmadığının da farkına vardım. Hatta şu aralar Paul Thomas Anderson’ın En İyi Yönetmen beşlisine girebileceğini de düşünmüyorum. Yarış öyle büyük filmlere, öyle beğenilen işlere kaldı ki The Master aldığı karışık tepkiler sebebiyle yanlarında ortalama kalıyor. Karışık dememin sebebi ise eleştirmenler ile izleyicinin film konusunda ikiye bölünmesi.
Hitchcock da son dakikada öne çekilen gösterim tarihi sebebiyle epey konuştuğumuz bir yapım olmuştu. Anthony Hopkins ve Helen Mirren için büyük hayaller kuruluyordu. Scarlett Johansson iyi çıkarsa sonunda adaylık alabilir diye düşünüyorduk. Lakin filmi beğenen pek insan olmadı. Hatta gereğinden fazla komik bulanlar bile mevcut. Bu da iki Oscar’lı oyuncunun adaylık ihtimallerini epey düşürüyor. Her ne kadar En İyi Kadın Oyuncu dalı için zayıf bir yıl denilse de ilk beş için yarışan 7-8 isim mevcut. Jennifer Lawrence (Silver Linings Playbook) ve Jessica Chastain (Zero Dark Thirty) haricinde kimlerin kesin olarak ilk beşe kalacağından emin olan yok. Quvenzhane Wallis (Beasts of the Southern Wild), Marion Cotillard (Rust & Bone), Emmanuelle Riva (Amour), Naomi Watts (The Impossible) ve Keira Knightley (Anna Karenina) yarışta adı geçen diğer isimler.
Beasts of the Southern Wild, Moonrise Kingdom gibi daha bağımsız filmler uzunca bir süre yılın favorileri arasında yerini korurken büyük filmler teker teker vizyonda yerini almaya başladı. Lincoln, Schindler’s List’den beri Spielberg’ün yaptığı en iyi film olarak yorumlanıyor. Daniel Day-Lewis’in üçüncü Oscar’ını almasına garanti gözüyle bakanlar var. Ki burada kişisel fikrimi de eklemek isterim, ben de aynı kanaatteyim. Day-Lewis’in rüzgarını çalabilecek tek kişinin de Hugh Jackman (Les Miserables) olabileceğini düşünüyorum ama Les Miserables sadece iki gösterim yaptı. Seyirci karşısında vereceği sınav mühim. Neyse, Les Miserables’a sonra geleceğiz zaten. Kısacası Lincoln beklenilmeyen bir ilgiyle karşılaştı. Son iki yıldır En İyi Film ödülünü yabancılara veren Akademi için ideal bir seçenek haline dönüştü. Gişede yakaladığı başarı da cabası.
Bu arada unutmadan Silver Linings Playbook ve Argo’nun da yerlerinde sabit durduğunu hatırlatalım. Argo hala En İyi Film ve En İyi Yönetmen dallarındaki iddiasını sürdürüyor. İzleyip de beğenmeyen izleyici sayısı epey az. Silver Linings Playbook ise, Awards Daily’nin yazarı Sasha Stone’un da söylediği gibi, ciddi filmlerin ardından daha “light” bir iş olarak öne çıkmaya başladı. Bu yıl o kadar ağır, o kadar dolu dolu senaryolara sahip ki filmler, Silver Linings Playbook gibi seyirciyi memnun eden bir işin dikkat çekmesi doğal oluyor. Bu arada önümüzdeki günlerde sürpriz bir Silver Linings Playbook eleştirisiyle karşınıza çıkabilirim, haberiniz olsun.
Life of Pi için de çok şeyler söylendi. Uyarlandığı kitap sebebiyle beyazperdeye uygun bir hikaye olmadığı iddia edildi. Ardından fragmanında pek çok şeyin yapay gözüktüğü söylendi. Yalnız birkaç ünlü eleştirmen haricinde Life of Pi’ı izlediği salondan mutsuz çıkan yok. Ang Lee, Brokeback Mountain’la elinden çalınan En İyi Film ödülünü geri alabilecek kadar iddialı mı? Aslında evet. Ama Lincoln, Les Miserables, Argo ve Zero Dark Thirty kadar değil. Ki bu dörtlünün yanında Life of Pi ve Silver Linings Playbook’un da yer aldığını eklemek gerek. Tabi bir tık altında. Henüz yarışın rengi belli olmadığından kimin öne çıkacağını kestirmek güç. Sadece bu altılının En İyi Film dalına kesin olarak aday olacağı kanaatindeyim. Yanlarına eklenecek filmleri ise önümüzdeki üç ay içerisinde daha iyi göreceğiz.
Ve gelelim son günlerde epey konuşulan iki yapıma! Birincisi Les Miserables… New York ve Los Angeles’da iki ayrı gösterim yapan Les Miz, izleyenler tarafından dakikalarca ayakta alkışlanmış. Anne Hathaway’in Oscar’ı kesin olarak cepte. Yani Hollywood’un küçük prensesinin taç giyme törenini izleyeceğiz 24 Şubat gecesi. The King’s Speech’in ödül almasıyla büyük problemleri yaşamış biri olarak Les Miz’in başarılı olması nedense beni çok sevindiriyor. Fragmanını izlediğim günden beri heyecanlıydım ve sevdiğim eleştirmenlerin filme hayran olduğunu öğrenince bir kat daha heyecanlandım. Eminim, The King’s Speech sebebiyle Tom Hooper’u pek sevmeyen bir izleyici kitlesi mevcuttur. Ama 2 sene sonra yine bir Hooper gösterisiyle karşılaşabilirsiniz törende, hazır olun. Çünkü bu sefer geçen seferkinden daha iddialı bir şekilde geliyor.
Zero Dark Thirty ise uzun yıllar ortalama işler çıkarıp, The Hurt Locker’la umduğunu bulan Bigelow’un iyi eleştiriler alan bir başka işi oldu. Doğru bir pazarlanma taktiği uygulanır ise Jessica Chastain’ın Jennifer Lawrence’ın ödülünü elinden aldığına da şahit olabiliriz. Tabi Chastain’ın durumu hala belli değil. Zero Dark Thirty, Les Miserables’ın aksine sadece tek gösterim yaptı. Aldığı tepkiler Les Miz’inki kadar abartılı değil. Yalnız daha milliyetçi işlerin ön plana çıktığı bir senede kendine üst sıralarda yer bulması mümkün diye düşünüyorum. Bu yıl pek çok rekoru kıracak olan Akademi’nin bir başka sürprizi olabilir. Malum kadın yönetmenlere pek yüz vermedikleri için Bigelow’un aldığı adaylık bile onlar için büyük bir adım olacak.
Bir de henüz görülmeyenler var… Promised Land sanırım küçük bir gösterim yapmış ama henüz fikirlerinden emin olduğumuz biri tarafından eleştirilmedi. The Hobbit: An Unexpected Journey, Yeni Zelanda’da prömiyerini yaptı ama o da tam olarak filmi doğru değerlendirebilecek bir izleyiciye kavuşamadı. Django Unchained deseniz, hala büyük bir belirsizlikte. Tarantino’nun artık En İyi Yönetmen ödülünü almasını isteyenler var biliyorsunuz. Django hiç Akademi’ye göre durmasa da oldukça kaliteli bir yarış izleyeceğimiz 2012’nin güzel sürprizlerinden biri olabilir.
Özetleyecek olursak… Yarış şimdilik 6 film üzerinden ilerliyor. Lincoln, Les Miserables, Zero Dark Thirty, Argo, Silver Linings Playbook ve Life of Pi. Fakat ilerleyen günlerde hem eleştirmen birliklerinin ödüllerini açıklaması, hem de tüm filmlerin görücüye çıkması dengeleri değiştirebilir. Yılın en güzel mevsimine hepiniz hoşgeldiniz diyorum son olarak. Her yıl sürpriz duasına çıktığım gibi bu sene de aynı şeyleri tekrarlayacağım. Ve neden bilmiyorum ama sanki bu yıl, 2007’deki ödüller kadar heyecan yaratacak bir yılmış gibi geliyor. Bekleyelim, görelim.
Metin
30 Kasım 2012 at 19:18
Daniel Day Lewis’i çok severim, Steven Spielberg’i pek sevmem ama ikisi için de temennim ortak: umarım üçüncü oscarlarına kavuşmazlar. Daniel Day Lewis ileride zaten daha çok adaylık alacaktır, hatta geçmişte de daha fazla adaylık almalıydı. Jack Nicholson’ın, Ingrid Bergman’ın otuz yıl içinde aldıkları üç oscarı sadece on beş yıl içinde alması pek mümkün değil. Kaldı ki bu durum daha sonraki adaylık ve ödüllerini de etkiler muhtemelen. Steven Spielberg ise -aslında yönetmen dalındaki ödüller çok da önemli değil; Hitchcock, Truffaut, Bergman, Orson Welles, Hawks, Lynch bu ödülü alamamış ve Polanski ve Scorsesse birer kes ödül alabilmişse Spielberg’in iki ödülü zaten fazlaydı ve de yönetmen dalındaki ödüllerin aslında çok da önemli olmadığını gösterir cinsten- salt kendisine duyduğum nefret sebebi ile ödül almasın istiyorum.
Yeni akademi üyelerinin de katılımı ile çok daha enternasyonel adaylıklar bekliyorum açıkçası; Emanelle Riva, Marion Cotillard, Michael Haneke ve hatta umarım Trigtignant… Keşke Mads Mikkelsen de aday olabilse. Akademi böylece yetmişli yıllardaki iyi adaylıklı yıllara dönüş yapmış olur.
Yavuz EKIN
30 Kasım 2012 at 22:26
Hay agzını öpeyim desem yeridir. O kısımda şu lewis in 3.oscarı alma meselesiyle ilgili. O kadar kolay olmamalı diye düsünüyorum. Merly Streep i unutmussun belki arada ama kadına 3. oscarı vermek icin imanını gevretmislerdi hatırlatırım :))