Takip et

Oscar Boy Özel

2012’den arta kalanlar – Part I

tarihinde yayınlandı.

2012 yapımı filmlerle ilgili muhabbetimi kapatmış olsam da İstanbul Film Festivali öncesi izleyip de yorumlamadığım filmlere ufak ufak bir şeyler yazayım istedim. Daha kaç parti yazarım bundan bilmiyorum. Gittiği yere kadar diyelim şimdilik. İlk dörtlümüz şöyle: Farewell My Queen, Gambit, Liberal Arts ve Nobody Walks.

les_adieux_a_la_reine_ver2FAREWELL, MY QUEEN (LES ADIEUX A LA REINE)

Fransız İhtilali saraydan bir hikayeyi, Marie Antoinette ile ona kitap okuyan Agathe-Sidonie Laborde’un ilişkisini analtıyor Farewell, My Queen. Ülkemizde Kraliçe’nin Vedası adıyla 3 Mayıs’ta gösterime girecek olan Les Adieux a la Reine, bugüne kadar izlediğimiz Marie Antoinette portrelerini bir kenara itiyor. Esasında yine karşılaştığımız kadın her zamanki gibi bencil ve fazlasıyla çocuk; ama bu sefer daha farklı ele alınmış. Kraliçenin ağzından çıkan her kelimeye dikkat eden ve aralarında arkadaşlıktan da öte, farklı bir bağ olduğuna kendini inandıran Sidonie isimli karakterin gözünden izliyoruz “pastacı” Antoinette’i. Diane Kruger’ın ölçülü performansıyla beyazperdedeki varlığını yenileyen karakterin ayakları önceki betimlemelerinden daha çok yere basıyor. Yalnız filmin asıl yıldızı hiç şüphesiz Lea Seydoux. Genç yıldızın ilerleyen yıllarda adını daha sık duyacağımıza hiç şüphem yok. Inglourious Basterds ve Midnight in Paris’deki küçük rollerinden sonra L’enfant d’en haut isimli İsviçre yapımı filmle hayranlığımı kazanmıştı. Sanıyorum Mission Impossible’ın son faciasında da rol almış. Ama izlemediğim ve filmin varlığını da reddettiğim için bir yorum yapamayacağım. Çalışkan ama genelde ortalama filmlerin üzerine çıkamayan Benoit Jacquot var kamera arkasında. Dönem Fransa’sının yaşadığı buhran ve büyük sosyal değişimi filmin renklerinden kostümlerine kadar, her yere kusursuz bir şekilde işlenmiş. Ağır tempo haricinde benim rahatsız olduğum pek bir şey yok.

[B]

gambit_ver6GAMBIT

Coen Kardeşler imzalı senaryosu sebebiyle çok merak ettiğim bir filmdi senenin başında Gambit. Ama aldığı eleştiriler sonrası tüm hevesim kırıldı. 12 Nisan’da ülkemizde de gösterime girmesi beklenen filmin yönetmeni en son The Last Station’ı çeken Michael Hoffman. Kısaca bir intikam hikayesi olarak yorumlanabilecek Gambit, absürd komedinin dibine vurmaktan geri kalmamış. Filmin her yerinde Coen Kardeşler’in imzasını görüyorsunuz. Tek problem kameranın arkasında, Coenler kadar vizyon sahibi bir yönetmenin olmaması. The King’s Speech ile kariyerinin zirvesinde Oscar’a kavuşan Colin Firth, eski tip rollerinden birini canlandırmış. Sakar ama sempatik İngiliz adam olarak izlemeyi özlemiştik kendisini. Komedide de başarılı olduğunu hatırlamak iyi geldi. Cameron Diaz ise bir nevi kendini canlandırıyor. Konuk olarak gittiği herhangi bir programda büyükannesinin taklidini izleyenler varsa burada Diaz’a yabancılık çekmeyeceklerdir. Stanley Tucci, Cloris Leachman ve Tom Courtenay gibi tanıdık yüzlere de rastladığımız Gambit’in asıl adı anılması gereken oyuncusu ise Alan Rickman. Gary Oldman’dan sonra bence onun da hak ettiği başrol ile Oscar’a aday olma zamanı geldi. Film daha başarılı olabilseymiş, ki bu yönetmenin derhal değiştirilmesi gerektiği anlamına geliyor, Gambit’in Altın Küre’nin komedi kategorilerinde şansı olabilirmiş. Ama bu haliyle tren enkazından farkı yok. Diaz’ın da neredeyse her filmini izlememe rağmen bir türlü kendisi hakkında ne hissettiğime karar veremedim. Being John Malkovich’i hatırlayarak sakinleşeceğim.

[C-]

liberal_artsLIBERAL ARTS

Aramızda hala How I Met Your Mother’ın komik olduğunu düşünenler, 8 sezonun sonunda artık malzemesizlikten saçmaladıklarına inanmayanlar varsa Liberal Arts kısmını okumaktan vazgeçebilirler. HIMYM büyük bir aşkla başladığımız ama artık en az The Big Bang Theory vb. stüdyo komedileri kadar yavanlaşan bir iş oldu. Diziyi izlediğimiz ilk günden bu yana değişmeyen tek şey ise Josh Radnor’ın yeteneksizliği konusunda herkesin hemfikir olması. Happythankyoumoreplease isimli ilk filmiyle biraz olsun beklentimizi arttıran Radnor, Liberal Arts ile New York’lu hipster saçmalıklarına balıklama dalış yapmış. Ben bunu hakikaten anlayamıyorum. Son yıllarda Amerikan bağımsız sinemasında resmen bir alt türe dönüştü bu dal. Kimsenin kafasını dahi takmayacağı ilişki problemleriyle geçen, entellektüel karakterlerin saatlerce kafa ütülediği dakikalar hakikaten yorucu oluyor. Liberal Arts yönetmenlik, senaryo ve oyunculuk namına bu yıl izlediğim en kötü filmlerden biri olabilir. Radnor zaten lise talebesi fiziğiyle, “üniversitedeki kızla çıkan olgun adam” rolüne hiç gitmemiş. Elizabeth Olsen’ın yetenekleri zaten sığ, ne istediğini bilmese rahatlayacağımız, ama daha ne olduğuna karar verememiş, insana fenalık geçirtecek derecede kötü yazılmış karakteriyle bir şey yapamıyor. Richard Jenkins’e hiç gelmiyorum. Son 20 yıldır aynı karakteri canlandırıyor. İyi bir oyuncu mu? Belki. Ama bana göre rol yelpazesi kısıtlı bir adam. “Vakit kaybetmek, ardından da kahrolmak istiyorum.” diyenler için Liberal Arts birebir.

[D]

nobody_walksNOBODY WALKS

Girls’ün televizyondaki en iyi dizilerden biri olduğunu düşünüyorum, biliyorsunuz. O yüzden Lena Dunham’ın senaryosunu yazdığı Nobody Walks’u da merak ediyordum. Ama izledikten sonra merakımın boşa olduğunu anladım. Nobody Walks, 2012’nin en içi boş filmlerinden biri. Bir kere Liberal Arts’daki problemler burada da var. Sözde entellektüel ailemiz, sanatla iç içe olan yaşamlarına bir kızın aniden girişiyle bir takım olaylar yaşıyorlar. Tutarsız ziyaretçimiz önce evin beyini ayartıyor. Ardından evin genç kızının hocasıyla olan saçma mı saçma alıştırmalarına şahit oluyoruz. Bir diğer tarafta da sıkıldığı için “Acaba şununla yatsam mı?” diye boş boş dolanan anne var. Dunham fantazi dünyasını ortaya dökerken bu sefer pek sınır tanımamış. Daha doğrusu Girls’den daha absürd olmamasına rağmen Nobody Walks’da hem dramatik, hem de mizahi bir eksiklik var. 2012 içerisinde hiç bu kadar ruhsuz bir film izlemedim. Nerdeyse her filmde aynı olan John Krasinski, yeteneklerinden şüphe etmeye çoktan start verdiğim Olivia Thirlby ve pek sevmeme rağmen yanlış film seçimleriyle beni deli eden Rosemarie DeWitt başroldeki oyuncular. Ayrıca bu yılın bir başka rezaletinden hatırlayacağınız Justin Kirk ve David Schwimmer’a ikizi kadar benzeyen Dylan McDermott’u da filmde görmeniz mümkün. Peki diyelim ki Nobody Walks’u gerçekten izlemek istiyorsunuz ve bir nedene ihtiyacınız var. Hemen o nedeni bulalım! Düşünüyorum… Düşünüyorum… Bulamıyorum. İzlemeyin!

[D]

Devamını oku
Yorum Yapın

0 Comments

  1. fatih

    4 Nisan 2013 at 13:17

    jagten (the hunt) yorumu ne zaman gelecek?

    • Umur Çağın Taş

      4 Nisan 2013 at 13:18

      Henüz izlemediğim için ne zaman yazacağımı bilmiyorum. Festival bitmeden sıra gelmez diye düşünüyorum.

Yorum yazın...

Oscar Boy sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin