Dizi Eleştirisi
True Blood – 6. Sezon
Vampir mitolojilerini kendi yaratmış gibi sahiplenenlere onları üzecek bir haberim var. Sarımsaktan etkilenmeyen, vampir kanını uyuşturucu madde olarak kullanan, cinselliği fazlasıyla ön plana çıkartıp vampir destanından farklı şekillerde yararlanan True Blood, 7. sezon onayını almış durumda. Pazar gecesi 6. sezonunun finalini yapan dizi üst üste tökezlediği birkaç sezondan sonra bomba gibi bir dönüş yaptı. İlk iki sezondaki dramasını mumla aradığımız günler sona erdi. Gittikçe daha dengesiz bir kadına dönüşen Sookie (Anna Paquin), artık kendi kimliğini kabullenip kucakladığı için kucaktan kucağa gezdiği yıllarına veda ediyor. Yine de stabil bir aşk hayatı olduğu söylenemez. Bill (Stephen Moyer) için beslediği hisler, Eric (Alexander Skarsgard) ile arasındaki fiziksel çekim ve bu sezon devreye giren Warlow (Robert Kazinsky) ana karakterimizin aklını karıştırmak için müsait ortamı yarattı aslında. Lakin senaristler, Sookie’nin asla boş kalmayan yatak odası için çok fazla şey yazmamış bu yıl. Warlow ile olan tutkulu seks sahnesini de bir kenara atarsak Sookie duygusal anlamda en normal yılını geçirdi.
Hala izlemeyen kaldı mı bilmiyorum ama True Blood muhtemelen vampirleri günümüzle en anlamlı şekilde buluşturan yapım. Her yıl yepyeni kötü kahramanlar yaratıp, sahne aldığı alternatif evreni hayal gücünün içerisinde boğsa da kendi içerisinde bir mantığı olan bir hikayeye sahip. Charlaine Harris’in romanlarından uyarlanan dizinin arkasında Oscar ödüllü bir senarist, Alan Ball var. Daha evvel Six Feet Under ile inanılmaz bir başarı elde eden Ball, şimdi de True Blood ile hatırı sayılır bir kitleye ulaşıyor. HBO’nun elindeki en iyi dizilerden biri olan True Blood’ın aşırıya kaçan yanları, Amerikalılar tarafından “aşırı” bulunan cinselliği eleştirilmeye açık olsa da dizi her yıl seyircisini bir kat daha arttırarak yoluna devam ediyor. Yazının başında da söylediğim gibi 6. sezon kesinlikle True Blood’ın köklerine geri dönüş yaptığı yıl oldu. 5. sezonun sonunda Lilith’in ortaya çıkması sebebiyle Bill’in başına gelebileceklerden korkmuştuk, ama bu hikayenin yeni sezona olan pozitif etkisi tüm Lilith mevzusunu aşmamıza yardımcı oldu. Her sene finalden bir bölüm evvel tüm olayları bir sona ulaştırıp, sezon finalinde yeni bir denize yelken açan True Blood, gelecek yıl da Tru Blood’ın içeceklerinin içerisine karıştırılan Hep V virüsü sebebiyle insanlara saldıran kana susamış vampirlerle buluşturacak bizi. Ben şimdiden kendimi gelecek senenin heyecanına hazırlamış durumdayım. Sezonun özellikle ikinci yarısında çıtayı iyice yukarıya çeken dizinin hangi yaratıcı fikirlerle döneceğini merakla bekliyorum.
Bu sezonu genel olarak düşünecek olursak… Öncelikle sevmediğim şeylerle başlayalım isterseniz. Bir kere şekil değiştiren ve kurt adamlar arasındaki anlamsız koşuşturmacanın yer aldığı her bölümü hantallaştırdığı düşüncesindeyim. Sam Merlotte’un (Sam Trammell) vadesi dolalı yıllar oluyor. Artık yardımcı karakter muamelesi görmesinin zamanı geldi. Dolayısıyla Alcide (Joe Manganiello) ve onun sürüsüyle olan hikaye 5. sezondan buraya anlamsızca sarkıtılmış bir vakit kaybıydı benim için. Tara (Rutina Wesley) ve Pam (Kristin Bauer van Straten) arasındaki izlemesi epey keyifli olan ilişkiyi fazla göstermedikleri için de biraz bozulmadım değil. Sookie’nin Bon Temps’ın tüm yakışıklı bireylerine yaptığı muamele yerine Tara ile Pam’in flörtlerini izlemeyi tercih ederdim. Bir de Jessica (Deborah Ann Woll) var tabii. Hala dün doğmuş bir vampir gibi hareket eden Jessica’nın da bu yılki hikayeye pek bir katkısı olduğunu düşünmüyorum.
Gelelim hikayesi geliştirilen karakterlere… En başta da söylediğim gibi sonunda Sookie’ye daha normal olaylar yazmaya başladılar. Daha doğrusu “True Blood standartlarında” normal. Bitmeyen aşk üçgenleri (dikdörtgen ya da altıgen de olabilir) canımızı sıkmaya başlamışken odağı tamamen Bill ile Eric’den alıp Warlow’a yüklemeleri bir nevi iyi oldu. İkisinin finalinin aceleye getirildiğini düşünsem de ben rahatsız olmadım. Son bölümde altı ay sonrasına gidip, Alcide ile Sookie’yi sonunda doğru düzgün bir ilişki içerisinde buluşturmalarına ise diyecek bir sözüm yok. Denemedikleri bir tek o kalmıştı, ne de olsa. Sookie’nin salak, ama komik ağabeyi Jason’ı (Ryan Kwanten) ise ilk kez izlerken bu kadar keyif aldım. Onun da içine düştüğü yeni ilişkisi yepyeni maceralara gebe gibi duruyor. Umuyorum Jason’ın nefsi, başına bela olmaz. Terry Bellefleur (Todd Lowe) için yapılan veda bölümü ise 6. sezonun en iyilerinden biriydi. Harika bir aktris olduğunu düşündüğüm Carrie Preston’a kendini kanıtlayabilmesi pek çok sahne yazmışlar. The Good Wife’daki rolüyle artık ATAS tarafından da dikkate alınan Preston’ın bir gün True Blood ile Emmy’ye aday olabildiğini görmek güzel olurdu.
Pek sevdiğimiz, insanı cinsel tercihlerinden vazgeçirebilecek kadar karizmatik Eric Northman’a (Alexander Skarsgard) yazılan finalle ilgili büyük soru işaretleri var kafamda. Eğer ki Eric’e veda etmemizi bekliyorlarsa, hiç üşenmeden Alan Ball’u bulup saatlerce başının etini yiyebilirim. Meydanı Bill’e bırakmasınlar lütfen! Bu arada her yıl bir şekilde tüm doğaüstü varlıklara rağmen insanoğlunu eleştirebilmeyi başaran True Blood, bu yıl olayın dini uzantılarına çamur atmaktan da hiç çekinmemiş. Koltuklarımızdan kalkıp ayakta alkışladığımız pek çok realist seçim yapmışlar filmin normal karakterleri için. Bu diziyi neden izlediğimizin altını sıkça çizmişler kısacası. Yani demem o ki, 6. sezon True Blood’ın belki de en iyi sezonlarından biriydi. Gerçi işi tamamen batırıp, Twilight tarzı birbirine bakışan ergenler konseptine bağlasalar bile ben bu kadroyu ölene kadar izlemeye devam edebilirim. Umuyorum 6. sezon ödül törenlerine geri dönmeleri için sebep olur. 7. sezonda görüşmek üzere. Şimdilik hoşçakalın.
En İyi Bölüm: Don’t You Feel Me (Bölüm 6)
Sezon Boyu Spotlight Ödülü: Anna Paquin (Sookie Stackhouse)
Sezon Notu: B+