Oscar 2014
Oscar Kehanetleri: Telluride & Venedik
Bu yıl neden bilmiyorum ama Oscar yarışı her zamankinden daha erken başlamış gibi bir his var içimde. Ya da normalde 5-10 eleştirmeni takip ettiğim Twitter’da artık Telluride, Venedik ve bu tür film festivallerine giden 100-150 eleştirmeni takip ediyor olmamdan da kaynaklanıyor olabilir bu his. Her zamanki gibi sezonun en iddialı işleri bir bir festivallerde boy göstermeye başladı. Ben şimdilik sadece ikisinden bahsedeceğim ama 5 – 15 Eylül arasında gerçekleşecek Toronto Film Festivali’nde seyirci karşısına çıkacak August: Osage County, The Railway Man, Rush, Mandela: Long Walk to Freedom, The Fifth Estate, Dallas Buyers Club ve daha pek çok filmi de bir sonraki Oscar Kehanetleri yazımda konuşuruz diye düşünüyorum. Ama bugünün konusu belli. Telluride ve Venedik! Hatta asıl mevzumuzun Telluride olduğunu bile söyleyebiliriz. Hemen saza girelim.
Her iki festivalde de seyirci karşısına çıkan Gravity günlerdir herkesin konuştuğu tek film. Filmekimi’nde izleme şansı elde edeceğimiz yeni Alfonso Cuaron filmiyle ilgili, şaka değil, tek bir olumsuz eleştiri dahi yok. Başarılı yönetmenin Oscar adaylığına şimdiden kesin gözüyle bakılıyor. Filmin de büyük kategoriye girmekte sıkıntı çekmeyeceği kesin gibi. Ödül ihtimallerini konuşmak için henüz erken tabii. Ama Ang Lee‘den sonra bu yıl ödül Alfonso Cuaron‘un gibi duruyor şimdilik. Ayrıca filmi tek başına sırtında taşıdığı söylenen Sandra Bullock‘a da ikinci bir adaylık gelmesi olası. Benim en çok sevindiğim şey, bugüne kadar yaptığı kusursuz işlerle görmezden gelinen görüntü yönetmeni Emmanuel Lubezki‘nin ödüle epey yakın olması. Malum, Akademi son yıllarda görsel efektlere sırtını dayamış yapımlara bu ödülü vermekten hiç ama hiç çekinmiyor. Lubezki‘nin arayıp da bulamadığı senaryonun içerisindeyiz kısacası. Daha evvel sayısız defa ödülü elinden çalınan usta sinematograf, altın heykelciğe her zamankinden daha yakın. Gravity‘nin diğer teknik dalları domine edeceğini de şimdiden garanti edebiliriz.
En az Gravity kadar konuşulan, hatta En İyi Film ödülü için şimdiden adı kenara yazılan 12 Years a Slave de epey iyi bir durumda. Tıpkı Cuaron‘un filmi gibi 12 Years a Slave için de kötü bir eleştiri yok. Solomon Northup‘ın romanından beyazperdeye uyarlanan filmin İç Savaş dönemini Django Unchained‘den çok daha iyi ele aldığı ve senaryosunun kusursuz olduğu söyleniyor. Michael Fassbender ve Lupita Nyong’o performanslarını herkes beğenmiş. Ama kadrodan adı en çok anılan isim Chiwetel Ejiofor. Şimdilik En İyi Erkek Oyuncu ödülü için favori olarak gösteriliyor. Bu yıl Michael B. Jordan, Forest Whitaker ve Idris Elba ile güzel bir mücadele içerisine girecek gibi gözüküyor. Akademi’nin siyahi oyunculara olan tavrı düşünüldüğünde çeşidin her zamankinden fazla olması, yarışın nasıl sonuçlanacağını daha merak etmemize sebep oluyor. Daha Eylül ayından kesin bir şey söylemek mümkün değil tabii ama 12 Years a Slave‘in olası En İyi Film zaferi kulağa çok da garip gelmiyor. Akademi’nin ağzına layık bir film olacağına şüphe yok.
Karışık tepkiler alan yeni Jason Reitman filmi Labor Day‘in de Oscar muhabbetlerine dahil olacağı şimdiden kesinleşti. Kate Winslet‘in performansı konusunda yeteri kadar tutkulu olduklarını söylemem. Kitabını yakın zamanda bitirdiğim için, ben bile rahatça Winslet‘in gösterişli bir rolünün olmadığını söyleyebilirim. Şimdilik tahminlerimde ilk 5’e koymaktan çekinmedim. Ama En İyi Kadın Oyuncu yarışındaki kalabalığı düşündükçe işinin çok da kolay olmayacağını anlayabiliyorum. Venedik’te seyirci karşısına çıkan Philomena ise beklediğimizden çok daha iyi yorumlar aldı. The Iron Lady gibi sadece performans üzerine dayalı bir film olacağını, Judi Dench haricinde kimsenin dikkat çekmeyeceğini düşünüyordum ama gösterimin sonunda epey alkış toplamış Philomena. Yönetmen koltuğunda Stephen Frears‘ın yer aldığı filmin başka hangi dallarda boy gösterebileceğine dair ise bir fikrim yok. Uyarlama senaryo dalındaki çılgın kalabalığı unutmamak gerek. Philomena burada kendine yer bulacak kadar güçlü olabilir mi emin değilim.
Bir başka sevilen iş ise Prisoners. Bir türlü ödül ihtimallerinden emin olamıyordum, lakin gelen yorumlar düşündüğümden daha iyi. Hugh Jackman, Jake Gyllenhaal ve özellikle Melissa Leo‘nun performansı hakkında çok güzel şeyler okudum. Bir önceki filmi Incendies ile Oscar’ın yabancı film adaylarından biri olan Denis Villeneuve henüz kesin bir favori olmasa da yeni filmini Oscar yarışına sokmaya çalışacak gibi gözüküyor. Yardımcı kadın oyuncu dalındaki boşluk Akademi ödüllü oyuncu Melissa Leo‘nun işine yarayacaktır. Bu arada Viola Davis‘den de beklentilerimiz yüksekti, fakat anladığım kadarıyla ekran süresi oldukça kısıtlıymış ve çok da gösteriş gerektiren bir rolü yokmuş. Bu yıl Oprah Winfrey, Lupita Nyong’o ve Octavia Spencer‘a katılacak bir siyahi oyuncu da kendisi olmayacak demek ki.
Tam olarak Oscar radarına girecek gibi gözükmese de Scarlett Johansson‘ın başrolünde yer aldığı Under the Skin‘in de eleştirmen favorilerinden biri olacağı kesin gibi. Ben de bu yıla kendimi hazırlamak için Joyce Maynard‘ın Labor Day‘ini okuduktan sonra, Michel Faber‘ın Under the Skin‘ine geçtim. Sırada Solomon Northup imzalı 12 Years a Slave var. Hepsini tamamlayınca bir sonraki Oscar Kehanetleri’nde üç romanın filmiyle ilgili beklentilerimi de yazarım. Ayrıca Cannes’da seyirci karşısına çıkan Nebraska, Blue Is the Warmest Color ve The Past Amerikalı izleyiciyle de buluştu. Nebraska‘nın zaten sevileceğinden emindik. Blue Is the Warmest Color ile ilgili gelen eleştiriler ise olağanüstü. Her geçen gün Adele Exarchopoulos‘un Emmanuelle Riva benzeri bir adaylık alabileceğine daha çok inanıyorum. Filmekimi’nde bilet bulup yakalarsam zaten üzerine uzun uzun konuşuruz.
Bu haftanın kaybedenleri arasında The Zero Theorem, Parkland ve The Butler var. The Butler, 12 Years a Slave sonrası garip eleştiriler almaya başladı. Zaten filmin Metacritic, Rotten Tomatoes ve imdB puanları yerlerde sürünüyor. Gişede hala bir numarada ama doğru düzgün bir rakibinin olmaması sebebiyle birinci olmasına pek de şaşırmıyorum. Argo‘dan sonra Lincoln‘ı izleyen eleştirmenlerin bir anda yön değiştirip Affleck‘le dalga geçtiği günleri hatırlatıyor. Ama unutmamak gerek ki “Fakir adamın Lincoln‘ı Argo“, En İyi Film ödülüyle kapattı yılı. Terry Gilliam‘ın yeni filmi The Zero Theorem ve JFK suikastiyle ilgili sayısız filme katılan Parkland‘e gelen yorumlar ise berbat. Diana‘nın da doğru düzgün bir dağıtımcı bulamadığı için kimsenin adını dahi bilmediği Embankment tarafından alındığını da ekleyeyim. Hemen elden çıkarmak için gösterim tarihini bile öne çektiler.
Elimizde yeni olarak ise bir tek Tracks var. The Weinstein Company ani bir kararla adını duymadığımız bu bağımsızın dağıtım haklarını satın aldı. Mia Wasikowska ve Girls‘den tanıdığımız Emmy adayı Adam Driver‘ın başrollerinde yer aldığı yapım Batı Avustralya’nın çöllerinde 4 deve ve bir kopekle yolculuğa çıkan genç bir kadını anlatıyor. Gelen eleştiriler hiç de fena değil. “Ödüllük” bir yapım olup olmadığını zaman belirleyecek. Ama Weinstein’in bu filme de el atması kafalarda soru işaretleri yaratıyor. Fruitvale Station‘ın dinamiğini kaybetmesi, The Butler‘ın pek de sevilmemesiyle beraber elleri epey zayıfladı. Grace of Monaco‘dan da iyi bir şey çıkmayacağı kesin gibi. Bu yıl düşündükleri kadar iyi bir sene geçiremeyebilir kısacası Harvey ve ortakları.
The Book Thief‘in de klasik Oscar filmi normlarına çok uyduğu için bir şekilde yarışa dahil olması söz konusu. Başrolünde bir çocuğun yer aldığı, Nazi Almanya’sında geçen, soykırım arka planlı bir hikayeden daha Oscar kokan ne var şu dünyada? Sophie Nelisse isimli genç kızımızın başrolünde yer aldığı yapımdan Geoffrey Rush ya da Emily Watson‘a adaylık çıkması mümkün. Eğer sevilirse teknik kategorilerde de kabusumuz olabilir. Ama şimdilik kağıt üzerinde “iddialı” sayıldığının da altını çizeyim. Belki yönetmen koltuğunda Stephen Daldry otursaydı daha farklı şeyler söyleyebilirdik.
NOTLAR…
* Jessica Chastain ve James McAvoy‘un başrollerinde yer aldığı The Disappearance of Eleanor Rigby hala tamamlanmadığı için 2014’e sarkabilirmiş gösterimi. Film Toronto’da gösterilecek ama sezona yetişebilecek mi emin değilim. Kaldı ki Toronto’da da tamamlanmış halini izlemeyeceklermiş sanırım. Filmin üzerinde birkaç oynama yapmayı düşünüyorlarmış.
* Bu arada ben de seri bir şekilde 2013 filmlerini izleyip yorumlamaya devam ediyorum. Şimdilik 2013 yapımı 66 film izleyebildim. Sezon öncesi top 10’umu sıralayım istedim. Sırasıyla; Before Midnight, The Great Gatsby, The Place Beyond the Pines, What Maisie Knew, Kelebeğin Rüyası, Mud, Prince Avalanche, The Best Offer, Iron Man 3 ve Side Effects.
Güncellenmiş Oscar Tahminleri
En İyi Film
En İyi Yönetmen
En İyi Erkek Oyuncu
En İyi Kadın Oyuncu
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu
En İyi Özgün Senaryo
En İyi Uyarlama Senaryo