Oscar 2014
Oscar Sohbetleri: Weinstein etkisi
Geçtiğimiz iki yıl, ödül mevsimi boyunca belirli aralıklarla, Oscar Sohbetleri başlığı altında yarıştaki son durumu aktarmaya çalıştım sizlere. Bu yıl genel tabloyu Oscar Sohbetleri‘nde yazmaya devam ederken, inişte ya da çıkışta olan yapımları da Oscar Kehanetleri‘nde, tahmin listelerini güncellememe bağlı olarak yazmaya devam edeceğim. Normalde resmi olarak yarışın startını Ekim ayında veriyorduk; fakat 2013 için bir güzellik yapıp ödül mevsimine büyük etkisi olan The Weinstein Company’yi, bu şirketin arkasındaki kilit adam Harvey Weinstein’i konuşarak başlayalım dedim sezona. Saza sanırım Weinstein kardeşlerin (Harvey ve çoğunuzun tanımadığı erkek kardeşi Bob) kurduğu Miramax ile başlamak lazım. 1979 yılında piyasaya giriş yapan Miramax bugüne kadar sayısız Oscar adayı olmuş filmi, ödül mevsimine dahil olmadan külte dönüşmüş yapımları ağırlamış bünyesinde. 93’de The Walt Disney Company ile yolları kesişene dek bağımsız yapımların seyirciye ulaşmasını sağlayan bir şirketmiş. Hangi birini saysam eksik kalacak ama ilk göze çarpanlar arasında The Grifters, Reservoir Dogs, Bullets Over Broadway, Heavenly Creatures gibi küçük çaplı ama büyük etkileri olan filmler var.
Harvey Weinstein’in prodüktör kimliğiyle çalıştığı işler ise sanıyorum Oscar yarışına nasıl şekil verdiğini daha iyi anlatıyor. The Weinstein Company başlığı altında 2005 itibariyle yarışa dahil olsa da, Miramax’ın kurucusu olmasının yanı sıra efektif olarak prodüktörlüğünü yaptığı filmlerin sayısı oldukça fazla. Bunların pek çoğu da Oscar’dan yana yüzü gülen işler. Pulp Fiction üç oyuncusuna (John Travolta, Samuel L. Jackson ve Uma Thurman) Oscar adaylığı getirip, özgün senaryo dalında ödülü kazanmış. Bu başarının hemen ardından gelen Good Will Hunting ise 9 dalda adaylık alıp Matt Damon ve Ben Affleck’e sınıf atlattığı gibi, Robin Williams’ın ilk ve tek Oscar’ına kavuşmasını sağlamış. Her iki film de yarıştığı yıllarda En İyi Film ödülü için iyi birer alternatif olsa da Weinstein’in bireysel olarak altın heykelciğe kavuştuğu yapım büyük tartışmalara yol açan Shakespeare in Love olmuş. Hala Saving Private Ryan karşısında aldığı zafer konuşulmakta. Gwyneth Paltrow’un Cate Blanchett’in ödülünü kaptığını düşünenlerin sayısı da hiç az değil. 13 dalın 7’sinde zafere kavuşan yapımın ödül başarısı da Harvey’ye bağlanıyor.
Robin Williams (Good Will Hunting), Gwyneth Paltrow (Shakespeare in Love) ve Judi Dench’in (Shakespare in Love) kariyerlerinde pik yapmasına yardımcı olan Harvey ile ekibi, hemen ardından The Cider House Rules için çalışmış. 99 yılının ses getiren filmi usta aktör Michael Caine’e kariyerinin ikinci Oscar’ını getirmiş. Bu arada Caine’in teşekkür konuşmasının da Oscar tarihindeki unutulmaz anlardan biri olduğunu ekleyeyim. Peki Harvey bununla yetinmiş mi? Hayır. İlk kez Akademi Ödülleri’nden eli boş dönen Chocolat, 2000 yılında En İyi Film dahil olmak üzere 5 dalda adaylık yakalamış. 2001 ise çalıştığı oyuncuların kariyerlerine altın dokunuşlar yapan Harvey için yine başarılı bir yıla dönüşmüş. Iris, kadrosundaki üç harika İngiliz’den Jim Broadbent’e sürpriz bir Oscar getirmiş. Bu arada her ne kadar New Line’ın elinde olsa da The Lord of the Rings serisinde Harvey’nin yönetici yapımcı olarak çalıştığını da unutmayalım. 30 adaylıktan 17’sini ödüle dönüştüren üçleme hala ticari olarak tarihin en başarılı filmlerinden biri sayılmakta.
Bu arada Harvey, ikinci kez bireysel Oscar adaylığını Gangs of New York ile almış. Film her ne kadar 10 dalda aday olup evine eli boş dönmüş olsa da 2002’nin sürprizlerle dolu bir tören olduğunu söylememe gerek yoktur sanırım. Adrien Brody’nin aldığı Oscar’ın salonda yarattığı şok etkisi unutulmuş değil. Cold Mountain‘la Renee Zellweger’a, The Aviator‘la Cate Blanchett’e ödül kazandırmasının yanı sıra bu dönem içerisinde Master and Commander: The Far Side of the World ve Fahrenheit 9/11 ile de Oscar muhabbetlerini bir an olsun terk etmediğinin altını çizeyim. Sadece Miramax’da çalışırken (ki Harvey Weinstein’in direkt prodüktörlüğünü yaptığı filmleri daha saymadım), 7 oyuncunun Oscar’la buluşmasına yardımcı olmuş bu adam. Kampanya konusundaki başarısının ve ödül mevsimi içerisinde hangi taktiklerin doğru sonuçlar doğuracağının bilincinde, profesyonel bir isimle karşı karşıyayız kısacası. Evet, Harvey genelde yarışa çok etki ettiği için seyircinin pek sevmediği, sinirlendiği bir isim ama kim Cate Blanchett’in The Aviator ile Oscar alması için bu kadar uğraşan birine kızabilir ki?
Gelelim daha yakın zamana… Walt Disney’in Miramax’ı kendi bünyesine alması sonrası bir takım anlaşmazlıklar ve idealler sebebiyle yollarını Miramax’la ayıran Harvey ve Bob Weinstein, kendi soyadlarını taşıyan bir dağıtım şirketi açmışlar 2005’de. Yine asıl amaç bağımsız filmleri ön plana çıkarıp, daha fazla izleyiciye ulaşabilmelerini sağlamak. The Weinstein Company başlığı altında ilk yıl Transamerica ve Mrs. Henderson Presents‘i yarışa dahil etmişler. Her iki film de başrollerindeki kadınlara (Felicity Huffman ve Judi Dench) Oscar adaylığı getirmiş. Bu arada çok önemli bir şeye dikkat çekmek istiyorum, Judi Dench’in bugüne kadar aldığı 6 Oscar adaylığının 5’inde Harvey’nin parmağı var. Mrs Brown zaten Miramax çıkışlı bir iş. Shakespeare in Love, Chocolat, Iris ve Mrs. Henderson Presents ise direkt bu efsanevi adamın prodüktörlüğünü üstlendiği işler. Bu bilgiyi unutmayın, çünkü yazının sonunda size tekrardan hatırlatacağım.
Gelelim 2006 ve 2007’ye. İşte burada biraz duraklamış sevgili Harvey’ciğimiz. Hem Miss Potter, hem de The Great Debaters Altın Küre’ye aday olmasına rağmen şampiyonların masasına davet edilmemiş. O yıllarda yine hem ticari, hem de eleştirel anlamda başarı elde eden birkaç yapıma daha imza atsa da Akademi, Harvey’nin filmlerini görmezden gelmeyi tercih etmiş. Ama ben bunu sektörün kendisiyle bir problem yaşamasına değil, elindeki filmlerin gerçekten de zayıf olmasına bağlıyorum. Hem sıfırdan yeni bir şirket kuran biri için böylesine pürüzler bana kalırsa oldukça normal. Kaldı ki 7 oyuncusuna Oscar kazandıran Harvey sonraki yıllarda hiç boş geçmemiş ödül mevsimini. Fırtına öncesi sessizlik dedikleri bu olsa gerek.
Yıl yıl gidelim isterseniz bundan sonra. Önce 2008… Harvey’nin elinde iki önemli yapım var. Birisi Woody Allen’ın son harikalarından Vicky Cristina Barcelona, diğeri ise The Reader. Hatırlarsanız o yıl Kate Winslet’in Revolutionary Road’daki performansını The Reader’a tercih eden pek çok insan vardı. Ama Harvey muhteşem bir kampanyayla hem The Dark Knight’ın En İyi Film adaylığını elinden aldı, hem de Kate Winslet’e uzunca bir süreden sonra kariyerinin ilk Oscar’ını hediye etti. O yıl En İyi Kadın Oyuncu dalındaki olağanüstü performansları da hatırlamanızı isterim. Doubt ile Meryl Streep, Rachel Getting Married ile Anne Hathaway, Frozen River ile Melissa Leo ve Changeling ile Angelina Jolie. Hiç de kolay bir zafer gibi durmuyor. Aynı zamanda Woody Allen’ı senaryo kategorileri haricinde bir süredir terk etmiş gibi gözüken Akademi, 90’lı yıllardan sonra ilk kez bir Allen projesine kucak açtı. Vicky Cristina Barcelona, Winslet gibi kendi kuşağının en iyi aktrislerinden biri olan Penelope Cruz’a hak edilmiş bir zafer getirdi. Harvey 2008’de oyuncularına kazandırdığı Oscar sayısını 7’den 9’a çıkarmış oldu böylece.
Son 20 yılın en zayıf yarışlarından birine sahne olan 2009’da sayısız haksız zafer ardı arkasına sıralanırken Harvey o hengamede üç filmini birden yarışa dahil etti. Bunlardan birincisi Quentin Tarantino imzalı Inglourious Basterds. 8 dalda Oscar’a aday olan yapım, Cannes’dan sonra adı duyulmaya başlayan Christoph Waltz’a Oscar getirdi. O sene beraber çalıştığı iki oyuncusuna daha Oscar adaylığı almasında yardımcı olmasına rağmen Waltz zaferi tadan tek isim oldu. Diğer iki yapım ise A Single Man ile Nine. Ünlü modacı Tom Ford’un ilk yönetmenlik denemesi olan A Single Man, Colin Firth’ün kariyerindeki çıkışın habercisiydi zaten. Hala keşke o sene ödülü Firth almış olsaydı de ertesi sene Jeff Bridges’ı ödüllendirselerdi diye düşünüyorum. Ama tabii Akademi hak edeni değil, sırası geleni seçer her zaman biliyorsunuz. Eleştirmenlerden pek yüz bulamayan Nine ise genel başarısızlığına rağmen 4 dalda Oscar’a aday oldu. Tabii ki de adaylıklardan biri kadronun yıldızı Penelope Cruz’a aitti. Harvey’nin performans bazlı kampanyaları bir kez daha meyvesini vermiş oldu.
2010’da ise tamamen Weinstein’in sesinin gürlediğine şahit olduk. 4 oyunculuk ödülünden 3’ü The Weinstein Company filmlerine gitti. Blue Valentine‘ın yıldızı Michelle Williams yarıştığı kategoride ödülü Natalie Portman’a kaptırdı ama Harvey’nin elinin altındaki diğer filmler oldukça şanslıydı o gece. The King’s Speech isimli kabusumuzu hala unutamadık. Colin Firth’ün aldığı Oscar’a gıkımı çıkarmasam da Tom Hooper’ın David Fincher ve Darren Aronofsky karşısında ödülü hak ettiğini düşünen birilerinin gerçekten sinemadan anladığından şüpheliyim. Sanıyorum insanların fikirlerine saygı duymayı terk ettiğim tek an budur 10 küsür yıllık Oscar maceramda. The Fighter‘ın hem Christian Bale, hem de Melissa Leo’ya neredeyse törenden 3 ay evvel belli olan kesinleşmiş ödülleri getirmesiyle Harvey 13 oyuncusunun kariyerini bu prestijli heykel ile taçlandırmış oldu. Yakın tarihte kaliteli film sayısı bu kadar fazla olan bir başka yıl yok galiba. 2013’ün 2010’u sollamasını beklediğimi söyleyeyim. Umuyorum bu sene ödül mevsimi 2010 kadar haksız sonuçlarla dolu bir şekilde geçmez.
Artık Cannes’ı mesken haline getiren Harvey, zaten aylar evvel Hollywood’un kalbini çalmak için The Artist‘in ABD’deki dağıtım haklarını satın almıştı. 10 dalda Oscar’a aday olan yapım, Jean Dujardin’e zafer getirdi. Sadece iki sene üst üste bir Harvey Weinstein yapımı En İyi Film seçilmesine rağmen etraf “Hep onun filmleri kazanıyor. Bu ne biçim bir adam!” diye çemkirip duranlarla doldu. 2011, oyunculuk dallarındaki zaferlerin tekini dahi desteklemediğim bir yıl olduğu için yine ekleyecek pek bir şeyim yok. Bu arada Dujardin’in yanı sıra 2005’den sonra ilk kez iki oyuncusunu aynı kategoride çarpıştırmak zorunda kalan Weinstein, My Week with Marilyn‘in yıldızı Michelle Williams yerine The Iron Lady‘den Meryl Streep için çalıştı sezon boyunca. Daha doğrusu Oscar adayları açıklandıktan sonra kampanya tamamen Meryl’a kaydı. Billboardlar, Streep’in kaç yıldır Oscar almadığını söyleyen afişlerle dolduruldu. Neyse ki seneye Williams’ın yeni filmi Suite française için çalışacak Harvey. Çoktan hak ettiği Oscar’ı aldığında bu haksızlığı görmezden gelebilirim.
2012’de ise The Weinstein Company filmlerinden 8 oyuncu, Oscar adaylığı elde etti. The Master‘ın yıldızları Amy Adams, Joaquin Phoenix ve Philip Seymour Hoffman ne yazık ki yerinde saymak zorunda kaldı. İlk ödülünü de Harvey ve Tarantino ortaklığından kazanan Christoph Waltz, bu sefer de Django Unchained‘deki performansı sayesinde ödülle buluştu. Silver Linings Playbook ekibinden ödül alan isim ise Bradley Cooper, Robert De Niro ve Jacki Weaver değil, Hollywood’un yeni prensesi Jennifer Lawrence oldu. Bu iki ödülle beraber Harvey’nin Oscar kazandırdığı oyuncuların sayısı 17’ye çıktı. Yalnız 2012’de çok büyük bir başarısızlığı var kendisinin tamamen unutulmuş olan. O da The Intouchables. Akademi’ye çok kolay bir şekilde pazarlanabileceğini düşündüğüm film, yabancı dil yarışının farklı kurallarla ilerlemesi sebebiyle ilk 9’a dahi kalamadı. Tabii bana göre gereğinden fazla abartılmış, seyircinin duygularını manipüle etmek için uğraşan kötü senaryolu bir yapım ama Akademi’nin bu tuzağa düşeceğini sanıyordum. Neyse ki yavaş yavaş çehresini değiştirmeye başlayan, Amour ve Beasts of the Southern Wild gibi çok da Oscar canlısı olmayan yapımları ana kategorilerde ağırlamaya başlayan üyeler, The Intouchables’a sırtını döndü.
Gelelim 2013’e… Henüz bir tahmin yapmak için inanılmaz erken fakat kendimi yarış üzerine konuşmaktan alıkoyamıyorum. Bir kere Weinstein, Grace of Monaco ile The Immigrant‘in vizyon tarihlerini 2014’e atarak ilk atağını yaptı. Altında pek çok neden arayabilirsiniz. Grace of Monaco’nun ilkbahara taşınması filmin ödül filmi değil de, sıradan, ticari kaygılı bir yapım olduğunu gösteriyor. The Immigrant ise yarışın kalabalığından dolayı ertelenmiştir diye umut ediyorum; çünkü Cannes’dan olumlu tepkiler almıştı. Bir de taktikler var tabii işin içerisinde. En İyi Kadın Oyuncu dalında hem Meryl Streep, hem de Judi Dench’i aday etmek için uğraşacağı senede Cotillard’a yer bulamadı Weinstein. Yukarıda söylemiştim, Judi Dench ile Harvey Weinstein arasında farklı bir ilişki olduğunu. Bu yıl Dench’in ikinci Oscar’ını almak için uğraşacağını da ekleyeyim. Eğer her iki aktrisini aday etmeyi başarırsa büyük ihtimalle Harvey, iki yıl evvel Streep için yaptıklarını bu sefer Philomena‘nın yıldızı Dench’e uygulayacak.
August: Osage County‘nin diğer aktrisleri Julia Roberts ile Margo Martindale’ın seneyi nasıl sonuçlandıracağını ise henüz kestiremiyorum. En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu bana kalırsa hala açık bir yarışa ev sahipliği yapıyor. Oprah Winfrey’nin bir başka Harvey harikası The Butler ile ödülünün cepte olacağını düşünenler olsa da Lupita Nyong’o (12 Years a Slave) tehditi geçmiş değil. Sundance’ten ödülle dönen Fruitvale Station‘ı da atlamamak gerek. Filmi izleyip de kötü eleştiri yapan birine rastlamadım. Ayrıca bu yıl bağımsız yapımlar açısından da bir boşluk var ve Fruitvale Station o boşluğu doldurmaya aday olabilir. Sadece Harvey’nin filmi seyirciye hatırlatması gerekecek. Telluride ile Toronto bir anda havayı değiştirdi. Ağustos öncesi gösterime giren yapımların adı anılmaz oldu. Hong Kong’un yabancı film umudu The Grandmaster ve pek de iyi eleştiriler almayan Mandela: Long Walk to Freedom‘ı da unutmayalım. Her iki yapım için de şimdilik kesin bir şey söylemek mümkün değil bu arada.
Kısacası Harvey Weinstein bu sene de minimum 3 oyuncusuna birden adaylık getirecek. Meryl Streep, Judi Dench ve Oprah Winfrey en olası isimler gibi gözüküyor. Margo Martindale, Julia Roberts, Octavia Spencer ve Forest Whitaker arasından da birileri Oscar’a aday olabilir. Michael B. Jordan, David Oyelowo, Idris Elba ve Naomie Harris’in durumu ise belirsizliğini korumakta. Biliyorum, bu adama çok kızıyorsunuz. Biliyorum, oyunu elindeki imkanları sebebiyle kurallarına göre oynaması sinirlerinize dokunuyor. Ama Harvey sadece gereğinden fazla popüler bir yüz, buzdağının görünen kısmı. Tek bir kampanyanın gücünü sadece onun sırtına yüklemek yanlış olur. Kaldı ki eminim Robin Williams (Good Will Hunting), Gwyneth Paltrow (Shakespeare in Love), Judi Dench (Shakespeare in Love), Michael Caine (The Cider House Rules), Jim Broadbent (Iris), Renee Zellweger (Cold Mountain), Cate Blanchett (The Aviator), Penelope Cruz (Vicky Cristina Barcelona), Kate Winslet (The Reader), Christoph Waltz (Inglourious Basterds), Colin Firth (The King’s Speech), Melissa Leo (The Fighter), Christian Bale (The Fighter), Jean Dujardin (The Artist), Meryl Streep (The Iron Lady), Christoph Waltz (Django Unchained) ve Jennifer Lawrence (Silver Linings Playbook) performanslarından en az biri ya da daha fazlası favorileriniz arasında. O favori performansınızın Oscar almasına yardımcı olan bu adama kızmaya devam edecek misiniz?
Neyse, fikrinizi değiştirmek için çabalamaya devam etmeyeceğim. Ama 2013’de Harvey’nin En İyi Film ödülüne hiç yakın olmadığını bilmek biraz içinizi rahatlatacaktır diye umuyorum. Hatta Winfrey haricinde Oscar şansı olan bir oyuncusu olduğundan da şüpheliyim. Şimdilik hoşçakalın diyeceğim. Filmekimi sonrasında New York Film Festivali devam ederken tekrar bir şeyler karalarım diye umuyorum. Ödül mevsimine hepiniz hoşgeldiniz. Umarım favori filminizin ya da performansınızın hak ettiği değeri gördüğü bir sene olur. Görüşmek üzere.
aserat54
25 Eylül 2013 at 18:52
Belgesel tadında bir yazı olmuş. Ellerinize sağlık…
Dediğiniz gibi, Harvey, bir çok Oscar kazandırdı oyuncularına. Ama, bu sene işler biraz değişti. 12 Years a Slave, Gravity, American Hustle vb. şu anda en uygun kazananlarmış gibi gözüküyor. Grace of Monaco konusunda da haklısınız. Mesela, The Great Gatsby de 2012 ödül sezonundan 2013 Mayıs’ına ertelenmişti. Ama teknik dallar dışında da bir iddiası yok şu anda. Neyse. Streep, Dench ve Winfrey kesin de… Diğerleri için aynı şeyin söyleneceğinden pek emin değilim.
August: Osage County, oldukça karışık eleştiriler aldı. Mecburen, yarışta arkalara düştü. Ama, Streep faktörünü da yabana atmamak gerek…
Fruitvale Station, ABD’de Temmuz’da vizyona girdiği için adı unutuldu. Michael B. Jordan’ın sezonun başında, fazlasıyla emin olduğumuz adaylık ihtimalleri, neredeyse yok oldu.
The Butler, her ne kadar gişede fırtınalar estirse de, sinema sitelerindeki (Imdb, Rotten Tomatoes) puanı, resmen yerlerde sürünüyor. Haliyle, Winfrey’in daha önce emin olduğumuz ödül (dikkat edin, adaylık demiyorum.) ihtimalleri biraz düştü. Whitaker, bir başka umut. Oyuncular oy verirse (Kendi filmleri olduğu için verirler.), listede rahatlıkla kendine yer bulur.
Mandela: Long Walk to Freedom, aldığı eleştirilerle ödül sezonunun unutulan filmlerinden biri olmaya mahkum oldu.
Philomena ise, aldığı eleştirilerle yılın en çok merak ettiğim filmlerinden birine dönüştü. Venedik’ten aldığı senaryo ödülü ve Dench’in aldığı olumlu yorumlar, onu daha iyi bir malzemeye dönüştürdü. Weinstein, bu kozları doğru kullanırsa neden ödül sezonunun yıldızlarından biri haline dönüşmesin?
Grace of Monaco’nun nasıl çıkacağı az çok belliydi. Zaten, efsane isimlerin adına leke süren örnekler gün geçtikçe çoğalıyor: Diana, Hitchcock, oyunculukları haricinde tamamen vasat bir film olan My Week with Marilyn…
The Immigrant için çok iyi bir vizyon tarihi bulunursa, özellikle Cotillard’ın olumlu eleştiriler alan performansı ile aday olup öne çıkabilir.
Tracks, The Disappearance of Elenaor Rigby ve The Railway Man’den de bir hayır geleceğini sanmıyorum.
Weinstein’ın prodüktörlüğünü üstlendiği filmler arasında, böyle ödül iddialılarının yanında Scary MoVie, Butter, I Don’t Know How She Does It, Scream 4, Dirty Girl, Piranha 3DD, Piranha 3D, Spy Kids 4, Zack and Miri Make a Porno gibi fazlasıyla vasat filmler de var.
Gelecek projelerinde ise, The Immigrant haricinde, Tim Burton’un Big Eyes’ı haricinde (ondan da, tam olarak emin değilim.) ödül sezonu için bel bağlanacak bir proje yok açıkçası. Gerçi Weinstein bu, ne yapacağı belli olmaz…
Beğendiikleri film ve performanslarının çoğunun Weinstein tarafından karşınıza getirildiğini de unutmamaları gerek izleyicilerin, bu konuda size %100 katılıyorum Umur Bey.
The King’s Speech’de yaptığı kötü şeyler, hâla aklımda dönüp duruyor. Temiz bir oyun çıkarmasını umuyorum bu sene. Ama, bu ismin aklından neler geçiyordur şimdi…
Neyse. Ödül sezonu başladı, Weinstein’ın da kulaklarını çınlatığımıza göre, artık kendimizi konsantre etmenin tam sırası. Filmekimi’nde zaten hangi filmin nasıl olacağını göreceğiz… Göremediğimiz filmleri de, sıkça ertelenmelerine rağmen vizyonda veya internette yakalayacağız artık…
Bir de, ödül sezonunun resmen başladığı bir zamanda da, böyle eski olayları hatırlamak iyi oldu açıkçası…
Tekrar söylüyorum, Weinstein’ın belgeselini izlesek böyle bir şey çıkmazdı ortaya. Belki biraz fazla abartıyorum, ama doğru bir şey…
🙂
aserat54
25 Eylül 2013 at 18:56
Umarım hak edenin kazandığı bir yıl olur. Emmy gibi güzel sürprizler olsa, hiç de fena olmaz açıkçası…
Mert.
25 Eylül 2013 at 19:55
🙂
Her yıl takıntı haline dönüştürdüğüm filmler ve oyuncular oluyor.. Bu yılda var elbette yalnız bu sefer hiçbiri Weinstein’lara ait değil. Uzun yıllardır ilk defa..
12 Years A Slave, Gravity ve American Hustle’ı beklerken heyecandan ölebilirim.. Film/Yönetmen ödülleri 3’ünden birine gidecek zaten bu gidişle, sezondan çok umutluyum bu yüzden. Oyunculuk kategorilerinde 12 Years A Slave ve American Hustle ağırlığını koyarken, teknik kategorileri ise Gravity toplayacak gibi gibi. (Bence 4 ödülü garanti şimdiden) Jennifer Lawrence adaylığa, Michael Fassbender ve Amy Adams’da ödüle kavuşursa bu sezon benim için hepheyecanlı geçmiş olur. 😀
Metin
25 Eylül 2013 at 21:50
Harvey Weinstein’i sevmediğim için fikrimi değiştirmeye yetecek kadar etkili bulamasam da Weinstein için beslediğim nefreti azalttı diyebilirim. Weinstein’in bağımsız yapımların ve ABD dışı filmlerin daha fazla izleyici ile buluşmasını sağladığı bir gerçek. Bu anlamda hakkı ödenemez ama şu oscar yarışındaki propagandaya varan kampanyaları ahlaksızca geliyor. Pek çok kereler Weinstein rüşvetle suçlanmıştı, hatta Shakespeare in Love sonrası akademinin kuralları daha da sertleştirilmişti Weinstein’n kampanyalarının önünü alabilmek için. Bu arada Weinstein’ın The Reader’ın sinemalara sunumunun hızlandırılması için ölmek üzere olan Sydney Pollock’u ve Anthony Minghella’nın yeni dul kalmış olan eşini telefonla taciz etmesi gibi bazı kötü özellikleri olduğunu unutmayalım.
Memento
25 Eylül 2013 at 23:13
Metin iyi değinmiş Harvey’nin ahlaksızlıklarına. Hakkını veriyoruz tabi ki. Hak yeme gibi bir durum söz konusu değil. Allah var, işinde çok çok iyi birisi. Adam işini çok iyi yapıyor. Sıfırdan kurduğu şirketi zirveye taşıyabiliyor. Dendiği gibi bazı konularda hakkı ödenmez. Yabancı filmleri destekleyip ABD’de gösterime sokması herkesin işine geliyor. Filmler ödüle kavuşmasa bile yönetmen, senarist, teknik ekip ve en önemlisi oyuncular burada fark ediliyorlar ve haliyle biz de fark ediyoruz bu oyuncuları. Ama ahlaksız birisi Harvey. Rüşvet, telefon tacizleri ve gerçekten kirli propaganda… Oyunu çok kirli oynuyor. Geçen seneyi unutmadık. De Niro’yu ekrana çıkartıp ağlatmak (De Niro’nun 3.Oscar için ağlaması-rezillik, yeminle rezillik. Bir ödül için ağlamak? Hem de bu ödüle 2 kere kavuşmuşken, evin ödülle dolmuşken)… Ya da David Russell’ı çıkartıp ağlatması. Yetmezmiş gibi Russell’ın bipo sorunundan muzdarip oğlunun bu reklama alet edilmesi. Tiksinç. Şimdi nesini sevelim Harvey’nin veya De Niro’nun veya Russell’ın? Herifler (oradaki çoğu kişi) bir ödül için çocuklarını kullanıyorlar. Ağlayın, buna o kadar ses etmem ama bir zahmet hasta çocuklarınızı ya da bambaşka şeyleri alet etmeyin bu kampanyalara. Gene tiksindim oscar’dan. Neyse…
Emre Eminoglu
26 Eylül 2013 at 12:21
Yazıyı okuyunca biraz olsun azalan, yerini pembe bulutlarla mor kelebeklere bırakan Weinstein-gıcıklığım, yorumları okuduğum anda geri geldi.
Ben kendisine neden gıcığım?
Halen kabullenmekte zorlandığım, akıl erdiremediğim unutamadığım üç Weinstein haksızlığı:
– 2008: Kate Winslet’in En İyi Kadın Oyuncu Oscar’ını Revolutionary Road yerine Reader ile alması. (Hep söylerim, doğru kadın, doğru yıl, doğru kategori, yanlış film.)
– 2010: King’s Speech’in Social Network’ün elinden aldığı En İyi Film ve En İyi Yönetmen Oscar’ları. (O yılki favorim Black Swan olmasına rağmen Oscar tahminlerimde ve Oscar yarışında birincim Social Network olmuştu hep.)
– 2012: Jacki Weaver’ın filmde gözüktüğü için, Nicole Kidman yerine Oscar adayı olması. (Jacki Weaver’ın Oscar adayı olacak bir performansa sahip olduğunu düşünen varsa kendisi için çok üzülüyorum.)
İyi haber, yukarıdaki istatistiklere göre beni delirtecek bir sonraki Weinstein haksızlığı 2014 yarışında gerçekleşecek. 🙂
Asena
27 Eylül 2013 at 17:38
Çok güzel ve bilgilendirici bir yazı olmuş. Elinize sağlık. Seveni olduğu gibi sevmeyeni de olacaktır elbet ama gerçekten sıfırdan bu noktalara gelmesi takdir gerektiriyor bence. Aşkta ve savaşta her şey mübahtır derler, adam da onu uyguluyor resmen. 🙂 Tasvip edilmeyen şeyler olduğu da doğru tabi. Yine de, oyuncularını parlattığı bir gerçek.. King’s Speech tartışmalı bir filmdi ama ben filmi çok beğenmiştim. Colin Firth’ün ödülünü ise çoğu kişi tartışmayacaktır..
Sezonu da açmanın mutluluğu içindeyim. Size ilk yorumumu yaptığım için de ayrıca mutluyum. 🙂
Umarım sezon beklentileri karşılar. Merak ettiğim oldukça film var. August: Osage County bunların başında geliyor. Çünkü çok karışık eleştiriler aldı. Aynı zamanda Meryl aşığı bir insan olduğum için meraktayım.. Gravity ise bu yılın en heyecanla beklediğim filmi! Fragmanı bile etkilemişken, filmi sabırsızlıkla bekliyorum..
12 Yeas A Slave, karamsar veya ağır havasını abartmazsa ödül sezonunda oldukça öne çıkacak gibi. American Hustle’ı ise sırf oyuncu kadrosu için bile merakla bekler insan. Oyunculuklardan adaylıklar çıkacağı kesin iken ödül bile olabilir.. Blue Jasmine’deki C.B performansını da unutmayalım, merakla bekleniyor. Grace of Monaco’nun ise ertelenmesibe çok üzüldüm. Merak ettiğim bir filmdi ve Nicole Kidman’ı çok sevdiğimden, Oscar adayları arasında görme şansımızın gitmesi kötü oldu.
Erşah
30 Eylül 2013 at 16:29
Çok açıklayıcı bir yazı olmuş. Oscar’da payı olan neredeyse bütün filmlerin altında imzası var Weinstein Company’nin. Bazen Harvey gaza gelip lobinin dozajını yükseltip bırak filmin DVD’sini dağıtmayı direk senaryosunu dağıtıyor.
Sunset Blvd., Barton Fink, Adaptation ve The Player gibi filmlerde bakıp bakıp küfrettiğimiz yürütücü yapımcılardan birisi Harvey. Ama işini düzgün yapıyor. Gereksiz filmlerin lobisini yapmıyor. Önemli olan da bu zaten.
Pingback: Oscar Sohbetleri: Countdown! | Oscar Boy