Oscar 2015
Oscar Sohbetleri: Daldan dala…
Adaylar açıklandığı günden bu yana Oscar Sohbetleri serisine yeni bir yazı eklememiş olmanın verdiği vicdan azabıyla bugün kendimi bilgisayarın başına oturmaya zorladım. Hala da kendimi tek bir konuya bağlayarak 2000 kelimeye yakın bir makale çıkaracağımdan şüpheli olsam da üzerine konuşmamız gereken o kadar şey var ki, hepsinin üzerinden olabildiğince geçip Oscar yarışını sosyal medyada düzenli olarak takip etmeyenlere son 1-2 haftada neler olduğunu anlatmak istiyorum. Umarım genel manzara hakkında bir fikir verir ve tam olarak bir ay kalan Oscar ile o bir aylık süreçteki diğer ödüllere sizleri hazırlamış olurum. Hazırsanız başlıyor ve sizi Oscar girdabının içerisine çekiyorum. Derin bir nefes alıyoruz… Bir, iki, üç!
87. Akademi Ödülleri’nin adayları açıklandığı günden bu yana Akademi’nin imajı inanılmaz derecede sarsılmış durumda. Daha doğrusu tek tük konuşulan şeyler Twitter’da popüler konular arasına girmeyi başardı. Henüz #OscarIsSoWhite hashtaginin son kullanma tarihi bitmiş değil. Özellikle Amerika’daki izleyici kitlesi ve özellikle eleştirmenlerle profesyonel Oscar takipçileri Selma’nın hem En İyi Yönetmen hem de En İyi Erkek Oyuncu dalında görmezden gelinmesinden oldukça şikayetçi. Hatta bir de bunun üzerine American Sniper’a verilen manasız derecede fazla adaylığın (film, erkek oyuncu, kurgu & uyarlama senaryo) eklenmesiyle herkes dişlerini gıcırdatmaya başladı. Bugüne kadar her daim “Oscar’ın sırf ırkçı olmamak için tek bir siyahi filmini seçip gönül almak üzere adaylar arasına koyması kadar anlamsız bir şey olamaz.” diye çığırmış olsam da neredeyse tüm En İyi Film adaylarını cebinden çıkaracak niteliklere sahip olan Selma’nın büyük kategori haricinde sadece En İyi Özgün Şarkı dalında dikkate alınması benim de sinirlerime dokunuyor. Üstelik yönetmen ve erkek oyuncu dalındaki hak ettiği yerler için değil kurgu, görüntü yönetimi, özgün senaryo gibi kategorilerdeki yokluğundan da epey rahatsızım.
Oyuncu dallarındaki adaylar 20’de 20 beyaz olduğu ender senelerden biri olmamız özellikle bu pencereden baktığımızda epey rahatsız edici dursa da Oscar’ın tamamen bir oyun olduğunu da unutmamak gerek. Her şey üyelere filminizi izletmenize ve doğru tanıtım yapmanıza bakıyor. Selma’nın en büyük şanssızlığı son dakikada yetiştirilmeye çalışılması ve Paramount’un bu son dakika ilavesi için çaba sarf etmeyip screenerları gönderirken acele etmemesiydi. Eğer ki tıpkı geçen yıl Foxcatcher’ın yaptığı gibi gösterim tarihlerini bir sonraki seneye ertelemiş olsalar Selma 87. değil, 88. Akademi Ödülleri’nde belki iki değil, sekiz adaylığın sınırlarını zorlayacak noktaya gelebilirdi. Fakat film için çalışıp debelenen tutkulu ekip önce Selma’yı AFI Film Festivali’ne yetiştirmek için acele etti. Ardından da çoktan adı konmuş bir yarışa son 15 günde ilave olabilmek için mücadele etti. Bizler tüm sezonu yakından takip ettiğimiz için her filmi anında izleyebilecek zamanı yaratabilsek de 6000 kişiden oluşan Akademi’nin içerisinde aktif olarak çalışmaya devam eden, bu sebeple de kimi zaman 10-15 film izleyerek yılı sonlandıran üyeler de var.
Bu arada Selma’nın bu kampanya yoksunluğundan tek başına muzdarip olduğu düşünülmesin. Screenerları bluray olarak göndermek isteyen Paramount, ellerindeki bir diğer film, Interstellar için de çok mücadele edemedi. Yalnız buna rağmen film beş dalda birden adaylık almayı başardı. Yine de screenerların üyelere ulaşması halinde kurgu ve görüntü yönetimi dallarında da karşımıza çıkabilirdi diye düşünüyorum. Uğruna sayısız makalenin yazıldığı ses miksajı bile aldığı tüm kötü eleştirilere rağmen aday olmuşken pek göz boyamayan sinematografisi ile diğer Christopher Nolan filmlerinin yanında sönük kalan kurgusu pek ala kendine Oscar adayları arasında yer bulabilirdi. Ama şimdi ses kategorilerinde American Sniper’la savaşmak, özgün müzik için ise Alexandre Desplat ile Jóhann Jóhannsson ile mücadele etmek zorunda kalacak. Nolan fanboylarının The Dark Knight Rises’dan sonra bir kez daha töreni büyük bir hezimetle izlemeye alışmaları gerekiyor.
Gelelim American Sniper’a… Million Dollar Baby, Unforgiven ve Gran Torino sebebiyle her daim bende kredisi olan Clint Eastwood, son çektiği filmlerle iyice gözümüzden düşmüştü. Ardından o meşhur “sandalye” olayı geldi. Barack Obama ve demokratları hedef alan konuşması tüm komedyenlerin rüyalarının gerçekleşmesine sebep oldu. Günlerce, hatta aylarca hem politika hem de magazin gündemini meşgul etti. American Sniper, daha evvel Steven Spielberg’ün elinde olan bir projeydi esasında. Chris Kyle isimli nişancının anlatıldığı yapım daha sonra ne olduysa oldu, Eastwood’un kucağına düştü. Son iki yıldır David O. Russell filmleriyle adeta kariyerini sıfırlayan Bradley Cooper’ın en başından beri yer almak istediği bu hikaye hem politik, hem de ahlaki açıdan o kadar büyük problemlere sahip ki neresinden tutarsanız tutun elinizde kalıyoruz. Filmin tek başarılı yanı var, o da ses tasarımcıları ile kurgunun keskinliği. Bunun dışında tamamen bir çöp.
Müslüman bir ülkede yaşayan herhangi birinin, bu dine mensup olsun ya da olmasın, hatta böyle bir ülkede yaşamasa bile bu kültüre aşina olan birinin bu filmi beğenme fikri benim midemi bulandırıyor. Eastwood’un yarattığı kaos ortada. Twitter’da filmi izledikten sonra “Arapları öldürmek” istediğini söyleyen eşkiyalar kol gezdiriyor. Her ne kadar filmleri politik açıdan yargılamaya ve bir konu hakkındaki şahsi fikirlerimi hikayenin gerisine gömerek tamamen objektif olmaya çalışsam da ben filmle yıldızımın barışmasını sağlayamadım. İşi “Zevkler ve renkler tartışılmaz.” sözüne getirerek American Sniper sevgisini meşrulaştırmak da mümkün tabii. Ama ben bunun için mücadele etmeye pek niyetli değilim. Tüm bu karmaşayla ilgili en komik şey ise American Sniper’ı sürekli konuşarak gündemden düşürmediğimiz için şu an En İyi Erkek Oyuncu dalında alabileceği muhtemel bir zafer ihtimali var. Hatta bunun yanına diğer aday olduğu kategorilerden de bir şeyler ekleyebilir. Filmi izlemiş olanların tüylerinin diken diken olduğunu hissedebiliyorum. Tek umudum tıpkı Zero Dark Thirty’de olduğu gibi (ki o filmin hakkının yendiği konusunda ısrarcıyım), American Sniper’ın da yaratılan bu münakaşadan zedelenerek törenden eli boş dönmesi.
Yarışa sinir bozsa da biraz olsun heyecan katan bu iki meseleyi aştıktan sonra söylenecek tek bir şey var: 87. Akademi Ödülleri inanılmaz sıkıcı geçecek. Bundan üç dört sene evvel modası geçen Neil Patrick Harris’in ev sahipliğini yapacağı Oscar’ın bu seneki kazananlarını daha bir ay öncesinden kestirebiliyoruz. Yalnız henüz uyarlama senaryo, kurgu, özgün müzik, özgün şarkı gibi dallarda kesin bir favori mevcut değil. Fakat gecenin en büyük ödüllerinin adresleri belli: Boyhood, Richard Linklater, Michael Keaton, Julianne Moore, J.K. Simmons ve Patricia Arquette. Henüz meslek birliklerinden tek bir tanesi dahi ödüllerini dağıtmadığı için rüzgarın bizi bambaşka bir yöne sürükleyeceğini düşünenler de yok değil. Hatırlarsanız geçen sene PGA, Gravity ile 12 Years a Slave’i birlikte ödüllendirerek mücadelenin ne kadar da güçlü olduğunun sinyallerini vermişti. Bu sene ise henüz ezberbozan bir durumla karşılaşmadık. Her zaman olduğu gibi adayların açıklandığı dönemler heyecanla geçerken, verilen ödüller uykumuzu getirdi. Özellikle Critics Choice’un tamamen Oscar’ı tahmin etmeye odaklanan son töreni izleyicilerin hayatından asla geri alamayacakları iki saati çaldı.
Bu haftasonu hem Yapımcılar Birliği (PGA), hem de Oyuncular Birliği (SAG) düzenleyecekleri törenle galiplerini belirleyecek. Özellikle SAG’de tek bir sürpriz dahi beklemediğimi söylemek istiyorum. Eğer toplu performansı Birdman kazanmazsa konuşuruz. Tabii Birdman yerine Boyhood’u seçerlerse de artık yarışın adını bizzat siz koyarsınız. Yalnız PGA ve 7 Şubat’a kadar sonucunu öğrenemeyeceğimiz DGA (Yönetmenler Birliği) Ödülleri sezonda söz hakkı oldukça kuvvetli olan iki birlik. Eğer The Imitation Game bir sürpriz yaparsa, eleştirmen favorisi Boyhood yerini The King’s Speech tarzı bir başka Harvey Weinstein harikasına bırakabilir. Ki filmi sevdiğim için bu durumdan da şikayet edecek değilim. Ben gelen tepkiler sonrası Akademi üyelerinin bir çılgınlık yapıp sadece 2 dalda aday olan Selma’ya oy yağdırabileceğini de düşünmüştüm. Ama sanıyorum yanılmışım. Gerçi ben bu yazıyı yazarken The Daily Beast’e düşen şu röpörtaj da kafamı karıştırmadı değil.
Gelelim tamamen Oscar Boy’u ilgilendiren meselelere… Bu yıl biliyorsunuz ki Oscar Boy & Readers’ Choice Ödülleri’ni birbirinden ayırma kararı aldık. Ben kendi adaylarımı Şubat’in ilk haftası içerisinde açıklayıp, ödüllerimi de hemen onu takip eden bir tarihte dağıtma niyetindeyim. Tabii ki de o hafta “2014’ün En İyi 50 Filmi”, “2014’ün En İyi 20 Erkek Oyuncusu” ve “2014’ün En İyi 20 Kadın Oyuncusu” yazılarıyla şenlenecek. Sizler ise 9 Şubat – 20 Şubat tarihleri arasında önce adaylarınızı belirleyecek, ardından da bizzat sizler tarafından seçilmiş adaylar arasından kazanmasını istediğiniz filmlere oy vereceksiniz. Oscar Boy’un tarihindeki yedinci ödül telaşında dengeler epey değişecek kısacası. Bakalım bugüne kadar beni kendi adaylarım üzerinden eleştiri yağmuruna tutan kalabalık okuyucuların oylarına ne diyecek. Son olarak Oscar Rehberi yazı serisine de artık start verdiğimi hatırlatayım. Söze kısalardan ve görsel efekt dalından girdim. Her gün yeni bir kategoriyle de karşınızda olmaya devam edeceğim.
Şimdilik bu kadar. Umuyorum sezonun kalan yarısı sürprizlere gebedir. Aksi takdirde çekilecek gibi durmuyor.