Oscar Boy Özel
2014’ün En İyi 20 Erkek Oyuncu Performansı
2014’e veda etmek için acele etmeme rağmen yazı serilerinin son parçasını karalayacak vakit bulmakta epey zorlandım. Görselleri hazırlamak da gözümde büyüyünce bugüne kadar sarktı. Ama zaten Oscar’dan önce bitireceğim diyerek kendime söz verdiğim için, henüz tarihi çok da aksatmadım sayıyorum. Tabii son iki günde iki farklı okuyucudan bu yazının nerede kaldığına dair sorular gelince ben de hızımı arttırıp finali yaptım. Buyrun bakalım, 2014’ün yardımcı ya da başrol fark etmeksizin en iyi 20 erkek oyuncu performansına…
#20: JOAQUIN PHOENIX, Inherent Vice
Söz konusu Joaquin Phoenix olduğunda seyirci tam anlamıyla ikiye bölünüyor; fakat ben Amerika’dan çıkmış en iyi aktörlerden biri olduğu konusunda hala ısrarcıyım. Hatta Sean Penn ile birlikte diğerlerinden çok farklı bir noktada durduğunu, mesleğini ABD’de icra eden İngiliz aktör Daniel Day-Lewis’den birkaç gömlek üstün oldukları konusunda da herkesle tartışmaya hazırım. Peki neden? Çünkü Phoenix, rolü üzerine bir elbise gibi giymek yerine tamamen hazmederek yaşıyor. Bu da ondan izlediğimiz her karakterin inandırıcılığını arttırıyor bana kalırsa. Her, The Master, Two Lovers, Walk the Line gibi filmlerdeki harika portrelerine bir yerinisini eklemiş Inherent Vice ile. Yine sadece “biriymiş gibi” davranmadan, “biri olarak” yaşıyor, yaşatıyor Joaquin Phoenix.
#19: JAEDEN LIEBERHER, St. Vincent
Böyle ufacık bedenlerden koca koca performanslar çıktığında hakikaten kendimden geçiyorum. Jaeden Lieberher de beni bu sene büyüleyen ufaklık olarak tek kişilik kontenjanımı doldurdu. St. Vincent, Harvey Weinstein’in ellerinde ödül sezonunun bir parçası olabilmekten çok uzak kalsa da hem Bill Murray, Melissa McCarthy, Naomi Watts gibi sevdiğimiz oyuncuları izleme fırsatı verdiği için, hem de içimizi ısıtan öyküsüyle akıllarda kalmayı başardı. Ama ne ilginçtir ki karşısındaki usta isimlere rağmen Lieberher hepsinden daha çok parlıyor. Umuyorum burada yer verdiğimiz pek çok çocuk oyuncu gibi tamamen yok olup gitmez ve gelecek vaat eden kariyerine yepyeni küçük adamlar ekler.
#18: BEN MENDELSOHN, Starred Up
Sevmesi kadar unutması da zor bir adam Ben Mendelsohn. Animal Kingdom ile hayatlarımıza girdiğinden beri hep ölsün diye gözünün içine baktığımız karakterleri canlandırdı. Killing Them Softly, The Place Beyond the Pines, Trespass… Starred Up’da da sağolsun yine sempatikliğin yanından geçmediği bir babaya can vermiş. Bir yanda terk edip gittiği oğluyla hesaplaşıp onu korumaya çalışıyor. Diğer yandan da hapisanedeki hiyerarşide yerini kollamak, otoritesini sürdürmek için mücadele ediyor. Ve tabii ki de bunları yaparken Mendelsohn yine unutulmaz bir performans sunuyor. Ayrıca neden yıl sonu listelerinde Starred Up’ın adı yeteri kadar geçmiyor merak ediyorum. Çok daha iyi filmler vardı da biz mi izlemedik?
#17: KRISTOFER HIVJU, Force Majeure
Her izleyicinin kalemi olmayan; fakat sinefillerin sevmeye doyamadığı Force Majeure’de asıl hazine Johannes Kuhnke gibi gözükse de yardımcı bir rolde izlediğimiz Kristofer Hivju yılın mizahi açıdan en zengin performanslarından birini sundu. Bana kalırsa komedi oyunculuğu tüm gücünü dakiklikten ve jestlerden alan bir iş. Hivju da hem elindeki replikleri doğru zamanda seyircisinin önüne teslim ederek, hem de olaylara anlam vermeye çalışan gözlerinin yanında sunduğu şaşkın mimikleriyle bu işin üstesinden gelmiş. Daha evvel tanışmadığımız, ama artık tanıyor olmaktan çok memnun olduğumuz bir aktör. Umuyorum onun da adını duymaya ve Force Majeure gibi kalburüstü filmlerde izlemeye devam ederiz.
#16: JOSH BROLIN, Inherent Vice
Inherent Vice’da tek harikalar yaratan Joaquin Phoenix değil tabii ki de. Martin Short, Owen Wilson, Katherine Waterston, Reese Witherspoon gibi isimlerin harika performanslar verdiği yapım da bir de Josh Brolin var ki tadından yenmiyor. Kariyerine benzer mizaçlara sahip adamlar sığdırmasına rağmen her karakterin altında bambaşka birine dönüşebilme başarısına sahip ender aktörlerden biri Brolin. Burada da yine görünürde sert, ama bir o kadar saf, hırslı ve egzantrik biri olarak karşımıza çıkmakta. Hiç belli etmemesine rağmen filmin komedi boşluğunu doldurduğunu da hatırlatayım. Özellikle filmdeki eşiyle olan sahnelerinde oyunu zirveye çıkıyor.
#15: JAKE GYLLENHAAL, Nightcrawler
Bu yılın en çok konuşulan performanslarından birini verdi hiç şüphesiz Jake Gyllenhaal. Önce hiç beklenmedik bir şekilde tüm önemli grupların ödüllerine aday oldu. Dörtte dört yaptı diye bizler sevinmeye başlamışken Oscar’da yerini Bradley Cooper’a kaptırdı ve bir kez daha gündemi meşgul etti. Bence kendi jenerasyonundaki en iyi kariyerlerden birine sahip ve her filmiyle de bizi bir kez daha şaşırtarak oyunculuğunu bir kademe daha yukarıya taşıyor. Nightcrawler’da da yine unutulmayacak bir karakter yaratmış. Umuyorum Brokeback Mountain sonrası bir türlü Gyllenhaal’un yüzünü güldürmeyen Akademi, önümüzdeki yıl gösterime girecek sayısız filminden biriyle başarılı aktörü aday etme nezaketini gösterir.
#14: JESSE EISENBERG, The Double
Sessiz sedasız esaslı bir kariyer inşa eden oyunculardan bir diğeri de Jesse Eisenberg. Bu yılın en güzel saklı hazinelerinden biri olan The Double’da belki de The Social Network’deki Mark Zuckerberg çalışmasıyla boy ölşücek bir performans ortaya koyuyor. Üstelik bunu iki farklı karaktere can verdiği için söylemiyorum. Biliyorsunuz bir oyuncuyu aynı filmde farklı rollerde görünce şakşakçılık yapan çok oluyor (bkz. Tatiana Maslany). Eisenberg sadece esas oğlanımız, yeri kötü ruhlu benzeri tarafından çalınmaya çalışılan karakter olarak tek başına harikalar yaratıyor zaten. Tabii Ayoade’in de genç aktörün performansını parlatmak için elinden geleni yaptığı inkar edilemez.
#13: BILL HADER, The Skeleton Twins
Saturday Night Live sayesinde hayatlarımıza giren ve mümkünse hiç çıkmamasını istediğimiz, yaşayan en iyi komedi aktörlerinden biri olduğunu düşündüğüm Bill Hader bu yıl beyazperdedeki ilk büyük adımını attı ve SNL’deki mesai arkadaşı Kristen Wiig ile kamera karşısına geçti. Oldukça da tatlı bir performans çıkarmış ortaya. Özellikle playback yaptığı sahne, Bill Hader’ın Stefon ve Herb Welch gibi unutulmaz karakterlerini hatırlamanıza yardımcı oluyor. Şimdi de yeni Judd Apatow filminde Amy Schumer ile başrolleri paylaşmakta. Sabırsızlığım o kadar fazla ki, 2015 için “En İyi 20 Erkek Oyuncu Performansı” listemde Hader’ın yerini rezerve etmiş durumdayım.
#12: MILES TELLER, Whiplash
Whiplash’i izleyip de beğenmeyene henüz rastlamadım. Gördüğü aşırı ilgi sebebiyle popüler olandan tiksinen marjinal kalabalık “Biraz fazla abarttınız.” çığırtkanlığı yapsa da hiçbirimizin umrunda değil. Yalnız Whiplash’le, daha doğrusu Whiplash hayranlarıyla ilgili büyük bir sıkıntım var. J.K. Simmons’ın tüm zamanların en iyilerinden olan performansını bu kadar taçlandırıyoruz da neden genç yetenek Miles Teller’ı görmezden geliyoruz? Sizce de filmi tek başına sırtında taşımak için epey mücadele etmiyor mu? Sırf zayıflamadı ya da kilo almadı diye bateri çalarken verdiği fiziksel eforu görmezden mi geleceğiz? Daha büyük rollerle buluşması, pek çok Oscar adaylığı alması dileğiyle…
#11: ROBERT DUVALL, The Judge
Yaşayan en iyi aktörlerden biri olduğuna inandığım Robert Duvall, benim için çoğunluğun favorilerinden olan Robert De Niro ve Al Pacino gibi efsanelerden daha önce gelmiştir hep. Duvall’in sanki hiç çaba göstermiyormuş gibi oynarak inanılmaz bir derinlik kattığı her performansı apayrı bir tat bırakıyor. 90’lı yıllardan fırlayıp 2014’e ışınlanmış gibi duran The Judge’da da yine nefesinizi kesecek kadar başarılı bir performans çıkarıyor ortaya Duvall. Katı ama yufka yürekli, kurallarına bağlı ama fedakar bir baba. Belki de ebeveynler ile evlatları arasında geçen hikayelere zaafımdandır bilemiyorum; ama ben The Judge’ın hem gereğinden fazla sevdim hem de büyük ustanın önünde bir kez daha saygıyla eğildim.
#10: EDWARD NORTON, Birdman
Sinemaseverler genelde çok yetenekli olmayan aktörler yıllar sonra ortaya çıkıp ortalamanın biraz üzerinde performans verdiğinde kafayı yiyerek üzerine ödüller atmaya başlıyor. Benim için Michael Keaton bu grubun son temsilcisi. Birdman’de Edward Norton varken Keaton’ı neden konuşuyoruz, onu bile bilmiyorum. Henüz “Bu performansın hangi yanını beğeniyorsunuz?” sorusuna da net bir cevap alamadım. Neyse Keaton’a çamur atmaya bir kenara bırakıp, asıl Norton’a gelelim… Çok özlememiş miyiz? Wes Anderson’la olan ortaklıklarına kadar 5-6 yıllık uzun bir süreçte vasat filmlere evet diyen Norton’ı iyi bir projede görmek ve tıpkı eskisi gibi formunun zirvesindeyken böylesine başarılı bir performansını izlemek bana inanılmaz keyif verdi.
#9: ANTOINE-OLIVIER PILON, Mommy
Xavier Dolan’ın bize armağan ettiği en güzel yeteneklerden biri bana kalırsa Antoine-Olivier Pilon. Daracık ekrandan yeteneği perdenin her bir tarafına sıçrayan, koca bir filmi tek başına alıp götüren ortalamanın çok çok üzerinde bir oyunculuk. Karakterin yaramaz cazibesiyle Pilon’un sempatik tavırları buluşunca ortaya tadından yenmez bir karakter çıkmış. Pilon dans ediyor, bağrıyor, kavga ediyor, şarkı söylüyor ve tüm film boyunca siz bu genç adamı büyük bir hayranlıkla seyrediyorsunuz. Herkes Anne Dorval’ı konuştu; ama mümkünse artık Antoine-Olivier Pilon’a da hakkını verelim.
#8: TIMOTHY SPALL, Mr. Turner
Cannes’dan ödülle dönen Timothy Spall’un son filmi Mr. Turner’ı Filmekimi sırasında üç beş yarım akıllının lafına bakarak ekmiş ve sonrasında da büyük bir pişmanlık duymuştum. Filmi izledikten sonra bu pişmanlık daha da büyüdü; çünkü Mr. Turner hem dört dörtlük bir biyografi, hem de Timothy Spall’un performansı beyazperdede kolay kolay rastlayamayacağınız bir derinliğe sahip. Üzerine mesai harcandığı o kadar belli ki her detay daha da kıymetleniyor ve perdede büyüyor adeta. Keşke erkek oyunculardan yana bu kadar kalabalık bir yarış izlemiyor olsaydık 2014’te de Mr. Turner’ın yıldızı Timothy Spall pek çok aday listesinde kendine yer bulabilseydi.
#7: DAVID OYELOWO, Selma
Normalde taklite kaçan performanslardan pek haz etmesem de Oyelowo’nun Selma’da yarattığı Martin Luther King portresi, Amerikan tarihinde çok büyük bir yer ettiği için sanırım, beni büyülemeyi başardı. Ekran dışı kimliğini fazla iddialı, hatta sahte bulsam da Oyelowo beyazperdede devleşen aktörlerden biri. Küçücük rollerde bile bir anda sahne çalıp öne çıkıyor. Selma neyse ki tamamen ona odaklanan ve Oyelowo’nun her mimiğini yakalamaya gayret eden bu film. O yüzden yeteneklerine doyma imkanına erişiyorsunuz. Sesinden duruşuna, hatta bakışlarına kadar genç yıldız adeta Dr King’i yeniden yaşatıyor.
#6: HALUK BİLGİNER, Kış Uykusu
Tıpkı Oyelowo gibi çok da bayılmadığım aktörlerden biriydi aslında Haluk Bilginer. Belki bir dönem arka arkaya Güneşin Oğlu, Yedi Kocalı Hürmüz, Polis, Hırsız Var gibi kötü filmlerde izlememdendir belki de kendisini bilinmez. Fakat Nuri Bilge Ceylan’ın Cannes’dan Altın Palmiye ile dönen başyapıtında tüm önyargılarımı yıkarak beni aldı götürdü Bilginer’in oyunu. Adı Aydın, ama kendi aydın olmaktan çok uzak bir adam olarak izledik Haluk Bilginer’i. Özellikle “Karşımızdakini olduğu gibi görmeyip onu tanrılaştırmak, sonra da sanki böyle bir tanrı olabilirmiş de olmuyor gibi ona kızmak. Bana biraz haksızlık etmiyor musun?” cümlesini söylerkenki sesi kulağımdan gitmiyor.
#5: EDDIE REDMAYNE, The Theory of Everything
Yavaş yavaş Oscar almaya doğru ilerleyen Eddie Redmayne, Akademi’nin ve çoğu zaman biz sinemaseverlerin yumuşak karnı olarak nitelendirilebilecek “fiziksel transformasyon” kısmından vurdu hepimizi. Mesela Christian Bale’ın bu kadar sevilmesinin en büyük sebebi ne tıslayarak konuşması ne de sürekli kafasını eğerek bakış atması. Tüm sır rolüne çalışırken kilo alıp vererek her şeyiyle kendini karaktere adamasında. Bir benzerini de Eddie Redmayne gerçekleştirmiş. Üstelik birkaç kilo kaybedip, makyaj hileleriyle kendini Stephen Hawking’e benzetmekle kalmamış tek bir diyalog olmadan sadece gözlerle nasıl oynanacağına da çalışılmış. Bu performansa sadece ödül verilmez, ayakta alkışlanır.
#4: JACK O’CONNELL, Starred Up ve Unbroken
Ha ünlü oldu, ha olacak derken sonunda Jack O’Connell televizyondaki şöhretinin devamını Starred Up ve Unbroken ile beyazperdeye de taşıdı. Bir de Yann Demange filmi ’71 var; fakat orada pek bayıldığımı söyleyemeyeceğim. Marifetlerini Skins’den bildiğimiz genç yıldız birbiriyle alakasız iki farklı karaktere can veriyor bir yıl. Birinde şiddet ve öfke problemlerine hakim olmaya çalışan, babasıyla alakalı olan problemlerini çevresine koca bir duvar örerek aşmaya çalışan genç bir adam olarak karşımıza çıkıyor. Diğerinde ise yolunu kaybetmek üzereyken kendine bir amaç bulan, lakin elde olmayan sebeplerle bambaşka bir dünyaya sürüklenen ve sabretmeyi, mücadele etmeyi, acıyla yüzleşmeyi öğrenen bir adamı oynuyor. Ve her iki filmde de kelimenin tam anlamıyla döktürüyor!
#3: CHANNING TATUM, Foxcatcher
Ödül grupları Steve Carell’in makyajdan gözükmeyen oyunculuğunu ve Mark Ruffalo’nun uykusunda dahi yapabileceği oyunculuğunu alkışlamaya devam ederken biz de biraz Channing Tatum konuşalım. Step Up filmleri sonrası bir anda farklı bir yöne doğru manevra yapan Stop-Loss, Public Enemies, Magic Mike, 10 Years ve 21 Jump Street ile iyice kendini geliştiren Tatum, Foxcatcher’da kariyerinin en iyi işine imza atmış. Fiziksel olarak canlandırdığı karaktere olan uyumu yetmezmiş gibi Tatum doğru düzgün tek bir kelimeye dahi ihtiyaç duymadan canlandırdığı karakterin tüm ruh hallerini jestleri ve mimikleriyle ortaya koyuyor. Zaten parlamasının yakın olduğunu yıllardır söylüyordum. Neyse ki Tatum da kendini geliştirerek, daha da iyi olmak için mücadele ederek bu isabetli tahminimin doğruluğunu kanıtladı.
#2: RALPH FIENNES, The Grand Budapest Hotel
Söyleyin bana, Schindler’s List izleyip de Ralph Fiennes’ın güçlü oyununa hayran kalmayan tek bir izleyici dahi var mıdır? Hakkı yıllar önce yenen ve hala da çılgınca iyi performanslar vermesine rağmen yeterli ilgiyi görmeyen Fiennes, Wes Anderson’ın son filmi The Grand Budapest Hotel’de sırtını tamamen mizaha dayarak unutulmayacak bir karakter, M. Gustave’ı yaratmış. Filmin her bir yanı Fiennes’ın ağzından dökülen unutulmayacak repliklerle dolu. Ama tabii en çok Zero ile olan usta – çırak ilişkisi iz bırakıyor. Keşke Oscar’a da aday olabilseydi de en azından tüm adaylardan daha çok hak ettiği ödül için bir şansı olsaydı.
#1: J.K. SIMMONS, Whiplash
Ve geldik bir numaraya… Tabii ki de bu listenin zirvesine J.K. Simmons’dan başkasını koyamazdım. Sevmesi güç değil de iğrenilmemesi imkansız bir karaktere can vermesine rağmen öyle eşsiz bir karizma katıyor ki Simmons karaktere filmden çıktığınızda bir yandan nefret ediyor, bir yandan da dönüp ona tekrar bakmak istiyorsunuz. Neyse ki ara sıra doğru yere hedef alan ödül mevsimi, başarılı aktöre hak ettiği ilgiyi göstermekte. Akademi’yle benzer bir ilgi gösterdiğimiz oyuncular oldukça az olduğu için bu nadir durumun keyfini çıkarmaya bakacağım. Hani izlemeyen kalmamıştır ya, ben bir daha söyleyeyim lütfen Whiplash’i izleyin. Beyazperdeye bu kadar kaliteli filmler çok uğramıyor. Hele Simmons’ınki kadar kaliteli performansları büyük ekranda görme şansına hiç erişilmiyor.
Mansiyon: Benedict Cumberbatch (The Imitation Game), Jude Law (Dom Hemingway), Robert Pattinson (The Rover), Vladimir Vdovichenkov (Leviathan), Ansel Elgort (The Fault in Our Stars ve Men, Women & Children), Rohan Chand (Bad Words), Jack Kilmer (Palo Alto), Travis Tope (Men, Women & Children)
2014 Yazıları 2014'ün En İyi 50 Filmi: #1-10 | #11-20 | #21-30 | #31-40 | #41-50 2014'ün En İyi 20 Performansı: Erkek Oyuncu | Kadın Oyuncu Oscar Boy Ödülleri: Kazananlar | Adaylar | Kısa Listeler Readers' Choice Ödülleri: Adaylar
ismail
17 Şubat 2015 at 20:29
whiplash ne cok muazzam bir film ne channing tatum o kdr iyi filmde.Jesse eisenbergi saymıyorum bile.eddie redmayne bu sene herkese oyunculuk dersi verdi.Number one…
Metin
18 Şubat 2015 at 17:08
Ralph Fiennes yalnız değil; her sene akademi yılın en iyi erkek oyuncu performansını kaçırıyor; bu yıl Fiennes, geçen yıl Phoinex (Her), ondan önce Denis Lavant (Holy Motors), 2011’de Fassbender (Shame)… Akademi bunu nasıl becerdi?Dört yıl üst üste hata yaptı?