Dizi Eleştirisi
House of Cards – 3. Sezon
Üç yıldır House of Cards’ı büyük bir zevkle takip ediyor olmama rağmen Netflix dizinin 13 bölümünü birden aynı anda yayınladığı için bir türlü zamanında izleyip yazacak fırsat yakalayamadım. Diğer Netflix dizilerine iltimas geçiyor gibi gözüksem de sanırım Orange Is the New Black ve Unbreakable Kimmy Schmidt’i çabuk hazmetmemin sebebi komedi içerikli olmaları. Mesela bugün start alan Bloodline için yapacağım mesai ne zaman biter meçhul. Ama 27 Şubat’ta yayınlanan House of Cards’ın üçüncü sezonu için bir şeyler gevelemeye hazır ve nazırım, merak etmeyin. Televizyon kavramında devrim yaratan bu kanala bir alkış gönderip geçelim asıl meseleye… David Fincher ismi sayesinde çok rahat bir şekilde pazarlanan ve Netflix’in oluşturduğu orijinal dizi platformunun eleştirel başarı elde eden ilk işi olma özelliğindeki House of Cards, üç yıl içerisinde bir fenomene dönüştü. Kevin Spacey gittiği her türlü programda bir yerlere Frank Underwood tiplemesini sıkıştırıyor, BuzzFeed gibi çıtır çerez siteler her türlü House of Cards gifini kullanarak bu enternasyonel kutlamayı daha da büyük çaplı bir hale getiriyor. Tabii bu kadar gündemde olan bir dizi söz konusu olunca beklentiler de giderek artıyor. İşte üçüncü sezonun başına da benzer bir şekilde oturduk.
İlk yılında karakterlerini tanıtmak için epey çaba sarf eden House of Cards, benim için Kate Mara’nın gereksiz bulduğum yan hikayesiyle sebebiyle dikkat dağıtmaya meyilli ama kalburüstü bir diziydi. Derken ikinci sezonda bir anda, özellikle senaryonun kalitesi yükselişe geçti. Robin Wright’ın ilk yıl figüranmış gibi kenara atılan karakteri değerlendi. Underwoodlar’ın sadece Frank’den değil, karı koca olarak bir takım gibi savaştıklarının altı çizildi. İkinci sezon finalinde de bu mücadelenin meyvelerini nasıl aldıklarını. Türlü entrika ve politik kumpas üzerinden nerelere gelebildiklerini gördük. Demokrasi kavramını hiçe sayan sözde liberal Frank Underwood, bu yıl da yine bitmek bilmeyen düzenbazlıkları ve tabii elde ettiği konumun getirdiği güçle birlikte kaldığı yerden istediğini yapmaya devam ediyor. Yalnız artık Frank’in de sorunları gün yüzüne çıkmaya, kapalı kapılar ardında eşi Claire (Robin Wright) ile devam etmekte olan sorunlu evliliği acı sinyaller vermeye başladı. Fincher yapımcı kimliği haricinde diziden elini eteğini çekmiş olsa da tüm bu Underwoodlar’la dolu evrenin yaratıcısı Beau Willimon muazzam kalemiyle tempoyu yukarıda tutmaya devam ediyor kısacası.
House of Cards esasında çok olaylara dayalı bir dizi sayılmaz. Çoğu zaman bir meseleyi 5-6 bölüme yayarak aynı mevzuya birkaç kol daha ekliyorlar sadece. Lakin bir yandan da dizinin her bölümü adeta bir spoiler yuvası. Mesela üçüncü sezonla ilgili hangi detayı açık seçik yazsam izlemeyenler üzerime çürük domates atabilirmiş gibi hissediyorum. Ama üstü kapalı bir şekilde konuşacak olursak… Geçen yıl diziyi yepyeni bir konumda kapatan Frank, bir sonraki aşama için kolları sıvadı. AmWorks ve Rusya’yla ilgili problemler başta olmak üzere bir politikacı olarak profilini daha da parlatmak için elinden geleni yaptı. Claire ise Frank’e bu yolculuğunda yardımcı olmaktan ziyade kendi ideallerinin peşinde koşmaya başladı. Yine işin içerisine spoilerlar girdiği için konunun derinlerine çok inmeyeceğim. Fakat Claire’in de en az kocası kadar hırslı olduğunu ve tek amacının onun yanındaki “eş” figürü olarak orada burada gözükmek olmadığını bir kez daha anladık. Doug (Michael Kelly) ilk bölümden itibaren geçen sezon yaşadığı talihsizliğin ceremesini çekmeye başladı. Underwoodlar’ın hayatına tekrar girebilmek için manipüle ettiği insanların sayısı az değil. Sezon finalindeki şok edici intikamı ise uzunca bir süre House of Cards hayranlarının aklını meşgul edeceğe benziyor.
Tabii Emmy, Altın Küre ve SAG gibi gruplar dizinin sadece iki ismine adaylık vermekte ısrarcı olduğu için kimse diğerlerini konuşmuyor. Mesela Mahersha Ali, Nathan Darrow, Jimmi Simpson… Ama bu ikisinden de önemlisi Molly Parker ile Elizabeth Marvel. Bu ikilinin bir yerlere aday olduğunu görmek beni çok mutlu edebilirdi. Geçtiğimiz yıl House of Cards kadrosuna güzel bir giriş yapan Marvel, bu yıl Frank Underwood’un en büyük rakibi olduğu için pür dikkat izledik yer aldığı her sahneyi. Molly Parker tarafından canlandırılan Jackie Sharp ise, Frank’in maşası oldu. Başlarda Remy Danton’ın (Mahersha Ali) sinir bozucu sevgilisi olarak görüp umursamadığımız karakterin geldiği nokta inanılmaz. Bu da politikanın büyüsü oluyor sanıyorum. Bir yerinden bu maskaralığa bulaşan herkes doğru bağlantıları olduğu müddetçe istediği konuma doğru yol alabiliyor. House of Cards’da da bir kez daha aslında demokrasi kavramının sadece inanmak istediğimiz ve patlamaya çok müsait bir balon olduğunun, koca koca adamların kameralar yüzlerini göstermezken ne tür rezilliklere kahramanlık ettiğini bir kez daha görüyoruz zaten. Ama izlemesi epey keyif veriyor, yalan söylemeyeceğim.
Metacritic’deki eleştirmenler üçüncü sezonu ilk sezonla eşdeğer görerek benzer bir puan vermiş. Fakat ben ilk yıldaki doğru bir portre çizebilmek için üstünü başını parçalayan House of Cards’dan çok daha iyi bir sezon geçirdiğimizi düşünüyorum. Beş ve sekizinci bölümler arasında ufak bir sendeleme yaşansa da özellikle finale doğru istediğimiz formuna tekrardan ulaşıyor dizi. Hazır Breaking Bad bitmiş, True Detective de mini dizi dalına sepetlenmişken (ki zaten bu sezonun Emmy’sine yetişemeyecek yazın yayınlanacağı için) Mad Men’in son sezonuyla güzel bir mücadele içerisine girebilir bana kalırsa House of Cards. Final çizgisinde kimin yüzü güler tabii bilemeyeceğim. Bu arada dizinin senaristi Beau Willimon üçüncü sezonu devamı gelecekmiş gibi bitirse de Netflix’den hala dördüncü sezonla ilgili resmi bir açıklama gelmiş değil. Bu yıl biraz ağır mı hareket ediyorlar, yoksa bilmediğimiz şeyler mi var merak ediyorum. Bekleyip göreceğiz. Ama umarım bizi bu güzel zevkten mahrum bırakmazlar.
En İyi Bölüm: Episode 13 (Bölüm 13)
Sezon Boyu Spotlight Ödülü: Robin Wright (Claire Underwood)
Sezon Notu: A