Eleştiri
Fifty Shades of Grey
Az çok kitap okuma alışkanlığınız, kitap satan yerlerde mutluluktan kendinizden geçmek gibi bir özelliğiniz ve tabii dünyada ne olup bitiyor, neler meşhur neler değil diye şöyle bir bakınma huyunuz varsa Fifty Shades of Grey’i duymuşsunuzdur. Harry Potter serisi, Dan Brown’ın romanları, Twilight çılgınlığı derken raflarda en son E.L. James tarafından kaleme alınmış Fifty Shades of Grey’in rüzgarı esti. Üç kitaptan oluşan bu Fifty Shades serisinin daha sınırlı bir okuyucu kitlesine hitap ettiği düşünülse de dünya çapında 70 milyon üzerinde kopyası satılarak kendince bir rekora imza attı. Birleşik Krallık’da da hala en hızlı satan kitap ünvanını korumakta. Ben bu fırtınaya herhangi bir yerinden dahil olmamayı tercih ettim. Kitapla ilgili tam bir bilgim olmasa da S&M ağırlıklı (Açılımı sado-mazo olan S&M, güzide porno literatüründen geliyor.) olduğunu duymuş ve direkt sırtımı dönerek bu çok satan romandan uzak durmuştum. Ama fırtına giderek büyüdü. İçeriğini öğrenmek istemediğimiz serinin bir filme dönüştürüleceği açıklandı. Son geçirdiğimiz değil, bir önceki ödül sezonunda başlayan “Fifty Shades of Grey’de kimler oynayacak?” tartışması aylarca sürdü. Sonra Dakota Johnson ve Charlie Hunnam’da karar kılındı. Fakat hayranlar ortalığı karıştırınca Hunnam’ın rolü Jamie Dornan’a teslim edildi. Sonrası da huzurlarınızda işte. 2015 damgalı bir tren enkazı, ölmüş ama gömülmemiş bir sanat eseri (?). Ben de izleyeli birkaç hafta oluyor. Yalnız filmden çılgınca nefret ettiğim için yazmak konusunda acele etmedim belki zamanla yatışan sinirim dilimi törpülememe yardımcı olur diye. Buyrun büyük rezaleti konuşalım.
Öncelikle 21. yüzyılın “modern” feministleriyle büyük sorunlar yaşayan biri olarak Fifty Shades of Grey’i satın alan her kadının (ya da bayanın, artık filoloji oyunlarıyla kendilerine ne denmelerini istiyorlarsa seçip beğensinler), kendine ve hemcinslerine aşağılık bir et parçası olarak davranılmasına göz yumduğunu düşünüyorum. Kitabın içeriğine hakim değilim, ama film şunu anlatıyor: Asalak ve garip (Amerikalılar quirky diyorlar ya ondan.) kızımız, karun kadar zengin ve yakışıklı bir beyefendiyle tanışır. Ayrı dünyaların insanları olduklarını 10 numara miyop bir bireyin dahi çözebileceği iki karakter arasındaki anlamsız ve kızcağımızın bebek gibi ağzının içinden konuşması sebebiyle pedofiliye kadar varabilen cinsel çekimi bir nihayete varır. Sonrasında esas oğlanın “sevişmediğini, s**iştiğini” kendi ağzından duyarız. Evet, evet yanlış duymadınız, bu satırları içeren kitap 70 milyon satmış. Konuya dönelim… Baktığı yeri yaktığı iddia edilen oğlan, kızla arasındaki ilişki ilerleyince önüne bir anlaşma koyup, kitapta epey detaylı anlatıldığı söylenen “oda”ya davet ediyor. Tahmin edebileceğiniz üzere de filmin tüm esprisi ve tüm aksiyonu burada gerçekleşiyor. Bolca kırbaç, kelepçe, alet edevat Pandora’nın kutusundan yatağına teşrif ediyor.
Açıkçası böylesine cinsiyetçi bir film yaptığı için filmin yönetmenini sizlere “Aaron Johnson’ın yaşlı karısı” Sam Taylor olarak hatırlatmakta bir sakınca görmüyorum. Derinliğine indiğinizde Twilight’ın vampirsiz bir versiyonu gibi olsa da Fifty Shades of Grey’in ne yazık ki genç kız rüyası Cullen Ailesi kadar karizma sahibi bir karakteri yok. Film bolca duraklama ve bakışmadan oluşuyor. Büyük ihtimalle senaryoyu uyarlayan Kelly Marcel kalemini eline almadan evvel bolca Türk dizisi izlemiş. Lakın aynı hanımefendinin filmografisinde Saving Mr. Banks ve izleyenlerinin sonsuzluğa karıştığı Terra Nova da var. Herhalde bir sonraki projesi de Steven Spielberg ile bir savaş epiği olacak! Ben tekrardan söylüyorum, kadınlara (onu geçtim erkeklere dahi olsa) başlı başına bir hakaret olan fikri sinemaya uyarlamak bana göre zaten en başından 1-0 mağlup bir olay. Tüm esprisi erotizm olan bir kitabı alıp artık yetişkin filmleri tüketmekten köseleye dönmüş bir nesli tatmin edebilecek bir şey çıkaramamak da ayrı bir yetenek tabii. Göğsü açılan sabah programı sunucusunun görüntülerinin milyonlarca tık aldığı canım ülkemde bile Fifty Shades of Grey’i pornografik açıdan seven, takdir eden birine de rastlamadık henüz.
Bir zamanlar evli olan Don Johnson ile Melanie Griffith’in kızı olduğunu bu yıl her Kırmızı Halı’da karşımıza çıkan Dakota Johnson’ın ağzından binlerce kez duyduk zaten. O yüzden bu bayat haberi geçiyorum. Kristen Stewart’ın Bella karakteri ile aynı köklere dayanan Anastasia Steele hanım kızımıza fena bir yorum getirmemiş Johnson. Yalnız ben karakteri her açıdan kusurlu bulduğum için yeteneklerini takdir edecek fırsatı yakalayamadım. Karşısında da modellikten oyunculuğa geçen, Yunan tanrılarının soyundan geldiği konusunda çevremdeki pek çok kadının ısrarcı olduğu Jamie Dornan var. Dornan’ı The Fall’da beğenmiş biri olarak Christian Grey performansını hiç izlememiş gibi davranmaya devam edeceğim. Çünkü birkaç adet Razzie hak eden sahnesi mevcut filmin içerisinde. Bu arada dikkat ettiniz mi bilmiyorum Christian Grey’in gözleri hep sabit duruyor. Hep aynı yere dimdik bakıyor. Harry Potter’ın hikayesine “Hepsi akıl hastanesinde geçiyordu.” diye tecavüz etmekte ısrarcı olan magazin sitesi yazarlarına yeni bir tez konusu: Christian Grey, Terminator’ın evlatlığı mı?
Kusura bakmayın, böylesine rezalet bir şey izleyince çok ciddi olamıyorum. O yüzden azıcık mizah yapıp filmle dalga geçebildiğim kadar geçtim. Marcia Gay Harden ve Jennifer Ehle gibi takdir ettiğimiz aktrisler bu maskaralığa alet olduğu için de ayrıca çok üzgün olduğumu belirtmek isterim. Neyse ki filmi takdir eden kimsecikler yok. New York Post’un eleştirmeni “Kadınlar için soft-core porno” diyerek yüksek bir puan patlatmış sadece. Ama artık evinde bir bilgisayarı, ondan geçtim cebinde akıllı telefonu olan herhangi bir kimse Fifty Shades of Grey’den daha çok değere sahip videolara birkaç saniyede ulaşabiliyor. Yani bu yazının önermesi ne? Elinizdeki kırbacı bırakın ve internet pakediyle tanışın.
[review]