Eleştiri
Jupiter Ascending
Wachowski Kardeşler’in The Matrix’den sonra hiç film çekmediklerini düşünmenizi isteyeceğim sizlerden. Bound ile 1996’da başlayıp The Matrix ile 1999’dan sonra tamamen nadasa bırakılmış bir kariyere sahiplermiş gibi muamelede bulunsak muhtemelen sinema tarihinin en önemli yönetmenleri arasına adlarına yazdırmış olurlardı. Ama beyazperdede çığır açan Matrix’e iki devam filmi, kimsenin izlemek hatta hatırlamak dahi istemediği Speed Racer ve üç sene önce gelen ayaklı felaket Cloud Atlas ile iyice gözden düştüler. Onlar için “Less is more.” kavramından uzak, göz boyamayı seven yönetmenler denilebilir. İlk iki filmlerindeki kendinden emin duruş ne yazık ki sonraki projelerinin hiçbirine yansımadı. The Matrix Reloaded ve The Matrix Revolutions’daki anlamsızca kavga eden karakterlerin sırf stilize bir göz orgazmı yaşatmak adına birbirlerini oradan oraya savurduklarını unutmadık. Speed Racer her yaştan izleyiciye hitap edecek derken çocukların bile huzurunu kaçıracak kadar mantık hatalarıyla doluydu. Cloud Atlas’dan hiç bahsetmiyorum. Henüz Halle Berry’nin neredeyse ırkçı sayılabilecek “beyaz” makyajını ve tüm oyuncuları Uzak Doğu kültürüne bulamak isterken suratlarına tutulan ışıklı prostetiklerin altından asıl gözlerinin ortaya çıkacağını düşünmemelerini henüz unutamadık. Ne yazık ki tren enkazları bu kadarla da bitmiyor. Şimdi de geçtiğimiz aylarda gösterime giren Jupiter Ascending’i inceleyip üstlerine çoktan ölü toprağı serilmiş Andy ve Lana Wachowski kardeşlerin akıbetini konuşacağız. Tabii akıbetlerine merak eden kaldı mı, orası meçhul… En azından benim artık bir başka Wachowski mastürbasyonuna tahammülüm yok, onu söyleyebilirim.
Jupiter Ascending, zaten bir anda 6-7 ay ertelenen vizyon tarihinden anlaşılacağı üzere kötü olacağını tahmin ettiğimiz bir filmdi. Kimileri bu berbatlığın kasıtlı olduğunu savunmaya devam etse de karşımızda fazlasıyla baştan savma yazılmış bir senaryoya sahip, komedi unsurları 50 sene önceki Bob Hope esprileriyle boğuşacak kadar bayat bir film var. Hikayemizin esas kızı Jupiter (ne isim ama!), bir anda içine düştüğü olaylar neticesinde bambaşka bir gezegenin tahtının varisi olduğunu öğreniyor. Ve filmin ısrarla altını çizdiği bir gerçek daha var: Jupiter hanımefendi, Dünya’nın sahibi! Şu iki cümlede bile ne tür bir Hollywood saçmalığıyla boğuşacağınızı tahmin etmişsinizdir diye düşünüyorum. Lakin Wachowski Kardeşler zaten çıkış noktası yeteri kadar ilkokul piyesini andırmıyormuş gibi bir de üzerine bürokrasiyi tiye aldıkları sözde “komik” sahneler, Channing Tatum’a Mr. Spock kulakları, Mila Kunis’e de Cloud Atlas’da kokusunu aldığımız ırkçılıklarıyla klişe bir Rus (Belki de Ukraynalı bilemiyorum.) aile eklemişler. Ve bilin bakalım bu ailenin mesleği ne? Zenginlerin evlerini temizlemek. Daha doğrusu yine altını çize çize gösterdikleri gibi: Tuvaletlerini. Küçük sinek mide bulandırır derler; fakat Jupiter Ascending’in tamamı yaz günü balkonunuzdaki lambaya yapışan koca bir kara sineği andırıyor. Etli, itici ve olabildiğince gürültülü.
Filmin senaryosunu her zaman olduğu gibi Lana ve Andy Wachowski kaleme almış. Cloud Atlas’da Tom Tykwer ortaklığından doğan birkaç tahammül edilebilir hikaye mevcuttu. Fakat Jupiter Ascending’in tamamı “Bilimkurgu türünde ne yapılmamalı?” sorusunu cevaplamaya çalışıyor adeta. Aşırı karikatürize edilmiş kötü karakterlerinden şikayetçiyim diyemem. Onlar da olmasaydı muhtemelen bu sirki andıran film içinden çıkılmaz bir girdaba dönüşürdü. Yalnız dünyayı ele geçirmek isteyen kötü adamların olduğu filmlerdeki sorun burada da var: Amaçlarını anlamıyoruz. Hatta Wachowskiler’in sinemasındaki en büyük problemin de bu olduğunu düşünüyorum ben. The Matrix’in devam filmlerini izlerken hissettiğiniz “Bir dakika, şimdi bunlar neden savaşıyordu?” sorunsalının bir benzeri Jupiter Ascending’de de mevcut. Hatta bu soru kafanızı o kadar çok meşgul ediyor ki, bir noktadan itibaren zevk alacağınız varsa da alamıyorsunuz. Görsellerinin güçlü olması üzerinden filmi yüceltenlerin de başka bir yüzyılda yaşıyormuş gibi davranmalarını pek anlayamıyorum. Artık kusursuz efektlere sahip filmlerden 1-2 değil, her ay neredeyse 5-6 tanesi gösterime giriyor. Jupiter Ascending’in de bu konuda çığır açıp sektöre yeni kurallar getirdiği yok. O yüzden mümkünse at gözlüklerimizi çıkarıp çürük domates hak eden şu senaryoyu konuşalım.
Başrollerde Hollywood’un iki gözde oyuncusu var. Bunlardan birisi Mila Kunis. Henüz Black Swan haricinde tek bir kayda değer filmde izlemedeki Kunis’i. Fakat That 70’s Show yıllarından bildiğimiz üzere hipnotize edici bir enerjisi var. Lakin Oz the Great and Powerful, Ted ve Friends with Benefits gibi çok da ciddiye alınmaması gereken filmlerinde bile buradakinden daha iyi bir performans sunuyor Kunis. Karakterinin hikayesindeki boşlukları o da fark etmiş olacak ki, dümdüz bir oyun koymuş ortaya. Foxcatcher sayesinde sınıf atlayan ve yıllardır “Bu adam yetenekli!” diye bas bas bağırdığım Channing Tatum’un pek de yetenek gerektiren bir rolü yok ne yazık ki. Jupiter Ascending’deki yanlış olan her şey onun karakterinde vücut bulduğu için başka bir yorum eklemek istemiyorum. Maria Doyle Kennedy, Sean Bean gibi deneyimli oyuncuların yanı sıra İngilizler’in parlatma mücadelesi verdiği Douglas Booth o “posh” aksanıyla yine salınıp duruyor. Tıpkı Kunis gibi henüz ciddi bir işini göremediğimiz aktörler arasında kendisi. Umuyorum ilerleyen yıllarda televizyonda yaptığı iyi işlerin yanına (The Pillars of the Earth ve Great Expectations) güzel bir şeyler eklemeyi başarır. Bu sene Oscar alan Eddie Redmayne ise Jupiter Ascending kampanyasına etki etmediği için kendini şanslı saymalı. Filmdeki karakterinin ne amaçla oraya yerleştirildiğini, ilk 20 dakikadan sonra neden hiç suratını göremediğimizi ve neden Modern Family’deki Cam gibi çığlıklar attığını inanın ben de bilmiyorum.
Wachowskiler’i ısrarla savunmaya devam eden kalabalık eminim Jupiter Ascending’de de sevecek bir şeyler bulacaktır. Lakin ben The Matrix’den bu yana Andy & Lana ikilisiyle yıldızı barışmayanlar için tabanlarını yağlamaları gerektiğini söyleyeceğim. 2015 benim için henüz Ex Machina haricinde koca bir hayal kırıklığı ve kötü film çöplüğü olmaktan kurtulamadı.
[review]