Eleştiri
Far from the Madding Crowd
Her yıl beklemediğim kadar çok beğendiğim birkaç film çıkıyor ve 2015’te bu de kontenjana giriş yapan ilk yapım Far from the Madding Crowd oldu. Sevmelere doyamadığımız Danimarkalı yönetmen Thomas Vinterberg, uluslararası başarı kazanan Jagten sonrası ana akım sinemaya geri dönüş yapmış. Daha evvel Dear Wendy’de de Clive Owen, Jamie Bell ve Alison Pill gibi tanınan isimlerle çalıştığını görmüştük. Far from the Madding Crowd ise popüler kültüre biraz daha yakın gibi gözüküyor her ne kadar ölümsüz bir klasiğin uyarlaması olsa da. Thomas Hardy’nin meşhur kitabı Çılgın Kalabalıktan Uzak, 19. yüzyılın ortalarındaki İngiltere’de başına buyruk halini herhangi bir erkeğe bağlı kalmadan ayakta durmayı başararak ispat etmeye çalışan Bathsheba’nın hikayesini anlatıyor. Kitabın geçtiği döneme göre sivri bir duruş sergilediği için edebiyat tarihinin en feminist kadın karakteri desek yalan olmaz. Üç erkeğin de aşkını ilan ettiği kadın, aşk her talibinde ona bambaşka bir hayatı ifade ettiği için büyük ikilemlere gark oluyor. Ama risk almaktan çekinmeyen, mantığını dinlemesi gereken yerde kalbini dinleyen, yaptığı hatalardan ders çıkarabilen ve en zor zamanında bile boyun eğmeyi kabul etmeyen biri Bathsheba. Kitabı okumasanız filmde, filmi izlemeseniz kitapta o üç erkeğin yanına yeni bir mecnun olarak ekleneceğinizin garantisini verebilirim.
Güven, sadakat, sebat ve sabır kavramlarının üzerine oynanan hikayenin bel kemiğini tahmin edebileceğiniz üzere Bathsheba oluşturmakta. Dolayısıyla da Thomas Vinterberg’in Far from the Madding Crowd yorumu bu karakterin peşinden gidiyor. Filmin birkaç sahnesi haricinde tek bir kareden eksik kalmayan Batsheba’nın manevi yolculuğu tıpkı Thomas Hardy gibi bir yazar olan David Nicholls’ın ellerinde tekrardan can bulmuş. Starter for 10, One Day, Us gibi romanlarıyla tanıdığımız Nicholls, İngiltere’nin o dönemindeki kırsal hayata dair kilit ayrıntıları da senaryoya eklemeyi unutmamış. Film bana göre hak ettiği uluslararası başarıya erişemedi. Ama nasıl ki Joe Wright’ın Pride and Prejudice ile Jane Austen’ın ruhunu yansıttığını düşünüyorsak, burada da Vinterberg’in Thomas Hardy’nin eserine inanılmaz büyük bir saygıyla yaklaşarak ortaya çıkabilecek en dengeli uyarlamayı yarattığına inanıyorum.
Filmin başarılı tabii ki de sadece senaryosu ve yönetmen koltuğundaki isimle sınırlı değil. Teknik anlamda da takdir edilmesi gereken pek çok yanı var. Büyük Britanya’nın pastoral güzelliklerini ekrana yansıtan Charlotte Bruus Christensen, filme adeta ruh katan müzikleriyle Craig Armstrong ve tabii rüştünü çoktan ispat etmiş Janet Patterson’ın kostümleri es geçilecek gibi değil. Yakın tarihte izlediğim dönem filmleriyle kıyasladığımda Thomas Vinterberg imzalı Far from the Madding Crowd’ın birkaç gömlek üstün olduğunu daha iyi idrak ediyorum. Özellikle, neden bilmiyorum, filmin naifliği beni derinden sarstı. Tarif edilemeyecek kadar kuvvetli duygulara yer vermesindendir belki de. Bathsheba’nın gururuyla ördüğü duvarlar arasında sıkışıp kalması bambaşka yönetmenlerin ellerinde yapay düzeneklere dönebilecekken, Vinterberg’in seçimleriyle her şey ete kemiğe bürünmeyi başarıyor.
Carey Mulligan’ın olağanüstü bir seçim olduğuna şüphe yok. Yer aldığı her filmde beni kendisine aşık etmeyi başarabilen bir aktris ve bu da fiziksel özelliklerinden ziyade, canlandırdığı karakterlerin en derin noktalarına inebilmeyi başarmasından kaynaklı diye düşünüyorum. Far from the Madding Crowd’ın başrolü için başkası düşünülebilir miydi acaba dedim, film sonlandıktan sonra. Mulligan, bize daha evvel Never Let Me Go, An Education ve Shame’de de harika performanslar sunmuştu. Lakin sanıyorum Far from the Madding Crowd’da en olgun halini görme fırsatı yakaladık. Eğer bu sene Suffragette ile bu filmdeki işçiliğini gölgelemez ise adaylarım arasında görebileceğinize emin olabilirsiniz. Bullhead’de yer almasının ardından Hollywood’a transfer olan Matthias Schoeanerts de kaderi ters dönen Gabriel Oak olarak çok başarılı. Bathsheba’nın hayatında yer edinen diğer iki erkeği ise Tom Sturridge ve Michael Sheen canlandırmakta. Özellikle Sheen’in tarif edilemez ekran karizmasının kağıt üzerinde daha iyi bir eş gibi duran William Boldwood ile özdeşleştiğine inanıyorum. Craig Armstrong’un gözlerimi kör eden müziklerinden sonra Far from the Madding Crwod’a olan hayranlığımın başlıca sebebi casting konusundaki başarısı da denilebilir.
Thomas Vinterberg her daim beni heyecanlandıran bir sinemacı olmasına rağmen Avrupalı yönetmenlerin okyanusu aşırı filmler çekmesine çok sıcak bakmıyorum. Lakin Vinterberg önyargılarımı alt üst eden bir film çıkarmış ortaya. Bana Joe Wright’ın kariyerinin iki başyapıtını, Pride and Prejudice ve Atonement’ı hatırlattı pek çok yönden. Mutlaka izlemeniz gerektiğininin altını çizeceğimi bir kez daha. Şimdilik epey boş geçen 2015’in kayda değer filmlerinden.
[review]