Eleştiri
Southpaw
Önyargı özellikle söz konusu ödül sezonu takibi olunca insanın en büyük düşmanlarından birine dönüşebiliyor. Bu önyargıyı sadece negatif bir görüş olarak düşünmeyin. Kimi zaman harika eleştirilere boğulan bir filmi izlemeden okuduğunuz her şey de beklentilerinizin giderek yükselmesine ve buluşma anı gerçekleştiğinde yere çakılmanıza sebep olabiliyor. Şimdi konuşacağımız Southpaw’la olan ilişkim ise çok daha karmaşık. Geçtiğimiz yıl ödül tahminleri yaparken Harvey Weinstein’in dağıtım haklarını satın alması sebebiyle Southpaw sayesinde Jake Gyllenhaal’un uzun zamandır beklediği ikinci adaylığı (İlk adaylığını Brokeback Mountain ile almıştı.) elde edeceğine emindim. Derken vizyon tarihinin yaz ortası olduğu açıklandı ve beklentiler bir anda düşüşe geçti. Yakın bir tarihte Lee Daniels’ The Butler ile acı bir deneyim edinen Harvey’nin yine vasat bir işi kakalamaya çalışacağından adım gibi emindim. Derken Amerikalı eleştirmenlerden kötü yorumlar gelmeye başladı. Southpaw’a olan ilgim de böylece kayıplara karıştı. O yüzden vizyona girmiş olmasıyla hiç ilgilenmeyip bir süre bekledim. Gyllenhaal’u Oscar tahminlerine yerleştiren herkesle uzaktan da olsa dalga geçtim. Bir garip savunma mekanizması oluşturdum kısacası. Peki ne oldu? Yanıldım! Ve bunu göğsümü gere gere gururla söyleyebiliyorum. Southpaw beni şaşırttı. Kusurlu bir film olduğunu bilmeme rağmen eleştiri oklarımla paramparça etmeyi beklediğim yapımın içinden bambaşka bir şey çıktı. Belki bir başyapıt değil, ama kesinlikle tatlı bir 2015 sürprizi.
Southpaw, geleneksel hikaye anlatım metotlarını kullanarak elindeki her şeyi teker teker kaybetmeye başlayan ve tekrar zirveye geri dönmek için mücadele eden başarılı bir boksörü konu alıyor. Kariyerinin en iyi dönemine giriş yapan esas oğlanımız Billy Hope’un eşi bir müsabaka sonrası çıkan arbede sonucunda kaza kurşununun hedefi haline geliyor. Sonrasında da Billy’nin önce psikolojisini ve formunu, ardından da evini ve her şeyden daha çok değer verdiğini kızını ellerinin arasından kaçırmasını izliyoruz. Televizyona Sons of Anarchy ve The Shield gibi iki efsane proje çıkaran senarist Kurt Sutter, ana karakterin duygusal anlamdaki çöküşünü her sahnede tekrardan hatırlatıp acının taze kalmasını sağlıyor. Southpaw yeni bir pencere açarak seyircinin hikayeyi dışarıdan izlemesini arzulayan bir film değil. Aksine kendinizi Billy Hope’un yerine koymanızı, aynı çaresizlikte çıkış yolu ararken onun gibi düşünüp onun gibi hareket etmenizi istiyor, ki bana kalırsa filmin geleneksel anlatım stillerini bir kenara bırakıp biraz olsun kendine has bir çizgiye girmek adına verdiği bu mücadele Southpaw’u örneklerinden ayırmakta.
Yönetmen Antoine Fuqua vasat ama akılda kalan filmlerin ustası bir yönetmen. Kariyerinde Training Day haricinde hakikaten alkışlanmayı hak eden tek bir film olmamasına rağmen sinemaseverler olarak büyük bir çoğunluğumuz King Arthur, Tears of the Sun, Olympus Has Fallen gibi tren enkazlarını izlemişizdir diye düşünüyorum. İşte Southpaw, Denzel Washington’a Oscar getiren 2001 tarihli Fuqua filminden beri yönetmenin konuşulmaya değecek tek işi olmuş. Çok sade ve sizi senaryodaki önemli detaylar haricinde ekstra gölge oyunlarıyla meşgul etmeyen bir rotası var. Tek istediği Billy Hope’u anlayabilmeniz. Yaşadığı büyük trajedinin ardından yılmadan, yıkılmadan tekrar ayaklarının üzerinde durmaya çalışan bir adamı tanıtarak aklınızı çeliyor. Genelde boks dramalarında alışık olduğumuz karakterin ailesiyle ilgili yan hikaye ise burada bir araç olmaktan çıkıp amaca dönüşmüş. Southpaw’a sadece içerisinde iki adet boks sahnesi yer alıyor ve sırf finalde yine anlı şanlı bir boks maçı izliyoruz diye spor filmi muamelesinde bulunmak haksızlık olur. Çünkü Fuqua ile senarist Sutter’ın defalarca belirttiği üzere bu her şeyden evvel genç yaşta eşini kaybetmiş bir babanın var olma hikayesi.
End of Watch, Prisoners ve Nightcrawler’da harika eleştirilere boğulan Gyllenhaal’un performanslarını beğenmekle beraber dünyanın geri kalanı kadar da büyük bir hayranlık duymamıştım çıkardığı işlere. Kesinlikle büyük bir aşama kaydettiğini ve kendi jenerasyonunun en heyecan verici kariyerlerinden birine sahip olduğunu kabul ediyorum. Ama o tamamlanmışlık hissini yaşayamadığımdan kendi kişisel ödüllerime de aday etmeme konusunda ısrarcıydım. Lakin Southpaw tüm dengemi bozdu. Biraz iddialı konuşarak, Gyllenhaal’un bugüne kadar Brokeback Mountain ile birlikte izlediğim en iyi performansı diyeceğim. Fiziksel transformasyonu umrumda değil, Gyllenhaal bu filmde çok daha fazlasını yapıyor. Sesinin, içinde kopan fırtınalardan çatallaştığı anlarda boğazınıza oturan koca koca yumrukların sebebi bu performans. Ve bunu söylerken ben bile kendime şaşırsam da, Rachel McAdams’ı da filmde çok fazla rolü olmamasına rağmen inanılmaz başarılı buldum. Marion Cotillard’ın The Dark Knight Rises’ı gibi bambaşka bir yöne sapabilecek ölüm sahnesi son dönemde icra edilmiş en iyi ölümlerden biri olabilir. Southpaw’un 15. dakikasında şahlanarak formunu bulmasında bu kilit sahnenin önemi büyük. Forest Whitaker’ın abartısı, Naomie Harris’in figüran olarak kullanılması ve 50 Cent’in etrafa gülücükler saçan hallerini bir kenara bırakırsak Gyllenhaal ve McAdams ile birlikte adı anılması gereken bir diğer isim de çocuk oyuncu Oona Laurence. Acaba Harvey sayesinde bu büyümüş de küçülmüş hanımefendi yeni Elle Fanning’e ya da yeni Saoirse Ronan’a dönüşür mü dersiniz.
Biliyorum filmin kusurlarından fazla bahsedemedim. Çünkü Southpaw’un işlemeyen yönlerine rağmen insanın aklını dağıtan pek çok artısı var. Ama illa ki dürüstlük oyununu oynayacaksak… Filmin ilk kısmında duygusal manipülasyon ağır basıyor. Finale yaklaştıkça ise senaryonun çok dağıldığını ve olay örgüsündeki hataları görüyorsunuz. Whitaker’ın (spoiler vermek istemiyorum) ağlamasına uzanan olayın da ana hikayeye ne gibi bir katkısı oldu anlayamadım açıkçası. O yüzden böyle ucuz bir numaraya gerek var mıydı diye düşünüyorum. “Tamam, film şimdi toparlanıyor.” dediğiniz her anda bir başka boks filmi klişesine başvurmaları da pek anlaşılabilir bir durum değil. Fuqua’nın vizyonu ve Gyllenhaal’un performansı olmasa demediğimi bırakmazdım muhtemelen. 2014’te de buna benzeyen The Judge adında bir film izlemiştik ve Robert Duvall dört dörtlük bir oyunculukla süslemişti filmi. Southpaw, o filmden birkaç gömlek üstün. Lakin kaderi aynı olacak, tek bir oyunculuk adaylığı ile bu fasıl kapanacak gibi.
Yazıyı bitirmeden James Horner’ın müziklerini de hatırlatmak isterim. Ben finale kadar Horner’ın bu filme olan katkısından habersizdim ve müzikleri de epey başarılı bulduğumdan acaba kim yaptı diye merak ederek bekledim kapanış jeneriğini. Bu yıl kaybettiğimiz başarılı müzisyenin Harvey’nin kirli kampanya oyunlarında maskota dönüşmesinden korksam da hak ettiği adaylığı ona ancak Weinstein gibi büyük bir şirketin sağlayacağına da şüphem yok. O yüzden şikayet etmeyeceğim. Son olarak diyeceğim o ki filmi izleyin, eleştirmenleri dinlemeyin. Nightcrawler’da Gyllenhaal’a tapanlar, muhtemelen Southpaw’da ayaklarına kapanacaklar. Buyrun, efendiniz sizi bekliyor.
[review]
Mehmet Çınar
1 Eylül 2015 at 00:59
jake’in artık sağlam yönetmenlerle çalışması gerekiyor. scorsese, coenler, tarantino gibi yönetmenlerle ortaya çıkarabileceği şeyler akıl almaz olur. hele ki david lynch’le birlikte sinema tarihini yazabilirler en baştan. ama her zaman holywood’da ikinci planda indie oyuncusu olarak kalacak gibi bir his var içimde. çünkü kolay kolay her role oturmayan değişik bir aurası var adamın. adam gülerken bile psikolojik olarak kötü yönde etkiliyor insanı.
Barkın
1 Eylül 2015 at 17:19
Aynen size katılıyorum.Tıpkı di caprio gibi daha tanınmış yönetmenlerle çalışsa keşke.