Eleştiri
Love & Mercy
Arka arkaya Oscar iddiası olan filmleri izlediğimiz bir döneme girdik yine. Venedik ve Telluride’la birlikte fitilin ateşlendiği şu dönemde Akademi üyelerinin aklını çelebilecek yapımlar teker teker screener olarak yolunu bulmakta. Trainwreck, I’ll See You in My Dreams, Mad Max: Fury Road, Straight Outta Compton ve Southpaw öyle ya da böyle gündemde kalmayı başararak şimdilik adı tahminlerde anılan yapımlar oldu. Gelelim Love & Mercy’ye. ABD’de aylar öncesinde gösterime giren yapım, Aşk ve Merhamet adıyla geçtiğimiz hafta bizim ülkemizde de vizyon gördü. 60’lı yıllarda müzik listelerinin vazgeçilmez gruplarından birine dönüşen The Beach Boys’u ve özellikle grubun beyni Brian Wilson’ı konu alıyor. Ben Wilson’ın hayat hikayesine pek aşina olmadığımdan Love & Mercy’deki tüm detayları şaşkınlıkla izledim. Çünkü uzunca bir süre mental problemlerle (Halüsinasyonlara yol açan şizoaffektif bozukluk) baş etmek zorunda kalan ünlü müzisyen, aynı zamanda da Eugene Landy adındaki kendini bilmez bir doktor yüzünden uzunca bir süre manipüle edilmiş. Bu bataktan kurtulmak ve esasında çözümü olan hastalığını nihayete erdirmek için de uzunca bir süre Eugene Landy’nin oyuncağına dönmüş. Tabii film sadece yakın tarihte olan bu olaylara odaklanmakla sınırlı kalmıyor, aynı zamanda The Beach Boys’un tarihe geçen efsanevi albümlerinin yaratım sürecini anlatıyor.
Finans dünyasının efsanelerinden biri olan Carl Pohlad’ın oğlu Bill Pohlad, uzunca bir süredir yapımcı olarak pek çok projede görev almaktaydı. Filmografisine baktığınızda Brokeback Mountain, Into the Wild ve 12 Years a Slave gibi prestijli yapımlarla karşılaşıyorsunuz. Hatta Terrence Malick ile de çalışan Pohlad, The Tree of Life’ın prodüktörlerinden biri olduğu için Oscar adaylığı bile almış. Lakin Love & Mercy 24 senedir çektiği ilk film. Her röpörtajında The Beach Boys’un onun için kişisel bir öneme sahip olduğunun altını çizen Pohlad bu projeyi çekmek üzere yönetmenlik koltuğuna bir kez daha oturmaktan çekinmemiş. 80’li yılların sonundan beri ortalıklarda dolanmakta olan Michael Alan Lerner’ın senaryosunu beğenmeyince, The Messenger ve Rampart’dan tanıdığımız Oren Moverman’e paslamış Love & Mercy’yi. Tekstin üzerine son bir cila çeken Moverman, Brian Wilson’ın doktoruyla olan münasebeti ile hala evli olduğu karısı (aynı zamanda kurtarıcısı) Melinda Ledbetter’ı da eklemiş senaryoya. Sonuç ise karşımızda.
Kelli felli biyografilerin bana kalırsa en büyük sıkıntısı mercek altına aldıkları zaman aralığı çok büyük olduğundan illa ki hikayede ezilmeler yaşandığına şahit oluyorsunuz. Ya geçmişe çok ağırlık veriliyor, ya da günümüzde geçen öyküde geçmiş sadece puslu flashbackler olarak yer alıyor. Love & Mercy her iki gruba da uymayan bir formülle çalışmakta. Çift zamanlı anlatılan hikayenin bir tarafında Brian Wilson’ın ve The Beach Boys’un doğuşunu izliyorsunuz. Hatta patlama yaptıkları birkaç albümden sonrasını, efsanevi Pet Sounds’ın öncesini anlatıyor. Diğer tarafta ise hastalığı sebebiyle hayatı zindana dönüşen Wilson’ın Melinda ile tanışmasını, aynı zamanda da Eugene Landy isimli canavarın hayatına nasıl hükmettiğini izliyoruz. Kalemini pek beğendiğim Moverman, yine kalitesini göstermekten çekinmemiş.
Love & Mercy’nin kamera arkasındaki tek deneyimli isim Moverman de değil. Wes Anderson ile yaptığı çalışmalardan tanıdığımız görüntü yönetmeni Robert Yeoman ve David Fincher’ın vazgeçilmezlerinden birine dönüşen müzisyen Atticus Ross da görevlerinin başında yerlerini almışlar. Ortaya çıkan projenin ciddi bir tutkuyla oluşturulduğuna şüphe yok. Pek duraksamadan, yanlış notaların hepsini görüş alanından çıkararak ilerlemiş Pohlad. Filmleri iki yarı üzerinden değerlendirmeye karşı olsam da benim tek sıkıntım ilk yarıdaki temponun ikinci yarıda yerle bir olmasıydı. Tüm orijinal fikirler bir anda yerini bildiğimiz Hollywood yapımı biyografi klişelerine bırakmış. Hatta genç Brian Wilson ile yaşını almış Brian Wilson’ın hikayelerinin bir şekilde kesiştirilmeye çalışıldığı noktada epey çuvalladıklarını düşünüyorum. Yalnız her şeye rağmen yaz ortasında gösterime girmiş bir yapım için sınırlarını zorlayan bir vizyon mevcut Love & Mercy’de.
Başrollerde Paul Dano ve John Cusack yer almakta. Brian Wilson’ı farklı yaşlarında canlandıran iki aktörü fiziksel olarak birbirine benzetmek adına berbat prostetik makyaj hilelerine başvurulmaması büyük bir artı. Malum ikisinin de adı Oscar tahminlerinde geçmekte. Fakat şunu söylemek gerek ki, ne Cusack ne de Dano çok akılda kalıcı işler çıkarmamış. Edepki performansları filmin bütünüyle uyumlu olsa da iz bırakmıyor. Elizabeth Banks’i ise gereğinden fazla başarılı buldum. Onun da rol arkadaşları gibi benzer bir tonda ilerlediğini söylemek mümkün; ama bugüne kadar kendini aşabildiği tek bir işi çıkmamıştı. O yüzden Melinda Ledbetter rolünün ona yakıştığını inkar edemeyeceğim. Bana göre en zayıf halka Paul Giamatti. Artık abartılı karakterizasyonlarından o kadar sıkıldım ki zamanında bu adama çok mu değer verdik diye düşünmeye başladım. Çünkü şöyle bir geçmişe döndüğümde Sideways haricinde dişe dokunur tek bir performansını dahi bulamıyorum.
Love & Mercy seyircisine kesinlikle keyifli bir seyir vaat ediyor. Hele ki 60’lı yılların müzik dünyası açısında hala gelmiş geçmiş en verimli dönem olduğunu düşünüyorsanız kaçırmamanız gereken bir yapım. Arada Phil Spector gibi isimlerin de kulağınıza çalınmasıyla tanıdık bir ortama düştüğünüzü anlayacaksınız. Peki Oscar’a kadar Love & Mercy ayakta kalmayı başarabilir mi? Eğer ki Roadside gibi acemi bir şirketin elinde olmasaydı belki…
[review]