Eleştiri
Youth
Akademi’nin Yabancı Dilde En İyi Film kategorisinde yapılan seçimleri bir matematiğe oturtmak ve buna göre tahminde bulunmak her sene biraz daha zorlaşıyor. Gerçi artık kategori tüm üyelere açıldığından biraz isim ve popülarite yarışmasına dönecek. Ama önceki yıllarda gönüllü üyelerin değerlendirmesiyle adaylar belirlenip kazananlar seçildiğinden sürpriz sonuçlarla karşılaşabiliyorduk. Daha doğrusu “sürpriz” yerine, “tartışmaya açık” demek gerekiyor sanırım. Mesela Jacques Audiard’ın A Prophet’ı ve Michael Haneke’nin The White Ribbon’ına karşı zafer elde eden The Secret in Their Eyes bir kez daha Amerikalılar’ın geleneksel hikaye anlatımını tercih ettiğini kanıtladı. Kategorinin gördüğü en güçlü yıllardan birinde, 2008’de ise The Class ve Waltz with Bashir’in karşısında Departures’un ödülü göğüslediğine şahit olduk. Neyse ki son yıllarda ABD’deki dağıtımcı şirketler bu kategorinin çoğu dala göre daha keyifli bir yarış sunduğunun farkına vardı. Bu sebeple Haneke ve Asghar Farhadi, Susanne Bier, Paolo Sorrentino gibi Avrupa’da rüştünü ispat etmiş yönetmenlerin de Oscar’la buluşmasına ön ayak oldular. Geçen sene Andrey Zvyagintsev’i bozguna uğratan Pawel Pawlikowski’ye olan sinirim hala geçmiş değil. Fakat Ida’nın da belirli bir kesim tarafından epey beğenildiğini ve neredeyse her yerden ödülle döndüğünü unutmamak gerek. İşte efendim bu kategoride iki sene evvel galip gelmiş olan Sorrentino, yıllar sonra ayağını ilk kez Amerikan topraklarına basıp ödül aldığı La grande bellezza isimli filme epey benzeyen yeni bir hikaye çıkarmış ortaya: Youth.
İlk filmi One Man Up haricinde toplamda beş kere Cannes’da yarışmış özel bir yönetmen Paolo Sorrentino. İtalyan sinemasında eğer bir zirve var ise, o koltukta şu an kendisi oturuyor. Fakat ne ilginçtir ki neredeyse gönderdiği her film iyi eleştiriler almasına rağmen Il Divo’ya gelen Jüri Ödülü haricinde hep eli boş dönmüş festivalden. Filmografisinin zirvesi olarak sayılabilecek La grande bellezza bile tek bir kategoride dahi değerlendirilmemiş. Youth, beyin kıvrımlarının hepimizden farklı biçimlendiğini düşündüğüm yönetmenin son alamet-i farikası. Yine hayattan kesitler sunduğu, biçimci, kimi zaman geleneksel kimi zamansa sıradışı bir yol çizerek finaline kadar seyircisine eşlik eden, tabir-i caizse enteresan ve eşsiz bir deneyim. Her seyirciye hitap etmediği gibi, La grande bellezza sayesinde Sorrentino’yla tanışanları da yeni bir teste tabi tutuyor.
Alpler’in muhteşem manzarasını arkasına alan Youth, varlıklı kimselerin farklı amaçlarla konuk olduğu bir otelde geçiyor. Hikayenin merkezinde yaşını almış ve kariyerlerinde belirli bir noktaya ulaşmış iki eski dost var. Birisi geçmişte yaptığı hataların bedelini, büyük orkestraları yönetmek yerine doğadaki seslere kondüktörlük ederek ödüyor. Diğeri ise kaleme aldığı yeni filminin bir başyapıttan hayatını tren enkazına çevirecek noktaya getirmesini pür dikkat izliyor. Bir önceki Sorrentino filminde olduğu gibi birbirinden bağımsız, ama tek başına ele alındığında dahi kısa film muamelesi yapacak sürülerce uzantısı var Youth’un. Lakin bu sefer ana amaca hizmet etmekten ziyade, ironik bir şekilde “Gençlik” adını verdiği yeni filminde neler yapabileceğini kanıtlayan film okulundan yeni mezun olmuş bir yönetmene dönüşmüş Paolo Sorrentino. Yanlış anlaşılmasını istemem; fakat şu bir gerçek ki Sorrentino bu sefer kafasındaki sayısız fikri aynı potada eritmek yerine neredeyse skeç olarak ayrı ayrı değerlendirilebilecek parçaları arka arkaya kurgulamış. Bunun da Youth’da ikinci yarıdan itibaren ciddi bir ivme kaybına sebep olduğu ortada.
Bu sene Cannes’da yarışan filmleri izledikçe esasında jürinin sağlam hikayeler haricinde pirüpak sinema aşkını da değerlendirmek zorunda kaldığını fark ediyorsunuz. Carol ve Son of Saul’un yönetiminde de rastlayacağınız bu tutku Youth’da had safhaya ulaşıyor, ki bana kalırsa özünden bir şeyleri kaybettiği nokta da tam olarak burası. Sorrentino dolaylı yoldan bir sanat eseri yaratıp, asıl geçmişimizin baki kaldığını hatırlatıyor. Teknik anlamda neredeyse kusursuz Youth. Renk paletinden ışık kullanımına, pastoral harikaları görsel olarak kullanmasından filmin ruhuyla bütünleşen müziklerine kadar ayakta alkışlanması gereken pek çok etmeni var. Biraz da sanatın her dalına el atıyor aslında. Sinemasal bir şölenin yanı sıra şiir gibi bir film, kusursuz bir beste dinliyorsunuz Youth’da. Üretmeye ve üretene bu kadar aşık başka bir sinemacı var mıdır bilmiyorum. Lakin Youth’un yüzeyinde biriken detaylar, kabuğunu yaklaştığınızda hikayenin iskeletinin yerinde yeller estiğini görmenize engel olamıyor.
Eğer hala haberiniz yoksa, ben söyleyeyim: Michael Caine bu sene adaylık alması halinde arka arkaya altı decade‘de (on yıllık süre) ilk oyuncu olacak. Peki filmin arkasında Fox Searchlight gibi alanında uzman bir şirket olmasına rağmen, Caine’ın yalın ve bir o kadar başarılı oyunculuğu bu rekoru kırabilir mi? İşte orası biraz şüpheli. Yazının başında da söylediğim gibi her tür seyirciye hitap eden bir film değil Youth. Hele ki Akademi gibi geleneksel anlatım tarzına takık bireylerin yer aldığı bir kalabalık tarafından kucaklanacağına inanmak bana zor geliyor. Şahsi fikrim ise kadrodaki en başarılı halkanın Harvey Keitel olduğu yönünde. Karakterinin geçtiği evreler ilgi çekici olduğu gibi, karşısında çok daha gösterişli işler çıkaran aktörlere rağmen sapsade oyunuyla tüm dikkatleri üzerine çekmeyi başarıyor Keitel. Çok konuşulan Jane Fonda’nın ise sadece iki sahnesi var. Bunlardan biri zaten 15 saniyeyi geçmeyen, Youth’un komedi boşluğunu doldurmak üzere çekilmiş bir sekans. Diğerinde ise oldukça doyurucu bir monoloğu var efsanevi aktrisin. Pek çok arkadaşımın izledikten sonra söylediği gibi “Television is the future. Hell, television is the present.” repliği aklınıza beni getirmiştir diye umuyorum. Bu yıl Avrupa’dan çıkma bir başka ustayla, Yorgos Lanthimos’la, çalışan Rachel Weisz ve muhtemelen Love & Mercy ile Oscar adaylığı için epey çaba gösterecek Paul Dano kadrodaki diğer yıldızların gölgesinde kalıyor. Bir de bilmeyenler için ufak bir detay ekleyeyim, geçmişi üzerindeki tüm lekeler ve kusurlara rağmen parlatan Sorrentino, ufak bir “pop star” hikayesi üzerinden içinde var olduğumuz çağa çamur atmış. Ve bu pop starı da başarılı İngiliz müzisyen Paloma Faith canlandırıyor. Belki aranızda benim gibi Faith’in müziğini severek dinleyenler vardır diye söylemek istedim.
Özetle, benim için biraz dağınık, ama bakması ve deneyim etmesi güzel bir film oldu Youth. Fakat yönelttiği sorular ve saptamalar yapmaya çalıştığı meselelerin aklımda uzunca bir süre yer edememesi filmin La grande bellezza’nın aksine koca bir maskenin arkasına sığındığını kanıtlıyor bana kalırsa.
[review]
oğuz
14 Ekim 2015 at 21:12
bir filmin dağınık olması nasıl oluyor hiç bilmiyorum..
Umur
14 Ekim 2015 at 21:15
Filmi izleyince bana hak vereceksiniz.