Eleştiri
Black Mass
Gelin söze neden Johnny Depp’in çağımızın en abartılmış yeteneksiz divalarından biri olduğunu konuşarak başlayalım. Hollywood’un azıcık eli yüzü düzgün olan ve sıradışı olmak için taklalar atan her türlü yaratığa seks sembolü muamelesi yaptığını artık hepimiz biliyoruz. Kalabalıktan ayrılmanız durumunda siz de kaşınıza gözünüze güvenerek sektöre girebilir, doğru kapılar açılırsa kendinizi her türlü dergi kapağında görüp meşhur yönetmenlerle çalışabilirsiniz. Hele ki alışılmışın dışında bir tarzda giyiniyor, özel hayatınızı olabildiğince gözden uzakta yaşayıp gizemli bir profil oluşturabiliyor ve türlü makyaj hilesiyle kendinizi maskaraya çevirmekten çekinmiyorsanız önünüze kırmızı halı sereceklerine adım gibi eminim. İşte yıllar yılı hep yeteneksiz ve vasat bir aktör olan Johnny Depp de sözde “ekran karizma”sını bu etkenlere borçlu. Edward Scissorhands, Arizona Dream, Donnie Brasco gibi ikonik filmlerde yer almasına rağmen asla iyi performansların yer aldığı listelere adını yazdıramayan Depp, ticari başarısı dillere destan olan Pirates of the Caribbean’dan sonra sanki senelerdir arka arkaya bir Al Pacino ya da bir Meryl Streep seviyesinde performanslar vermişçesine ödül sohbetlerine dahil olmaya başladı. Şimdilerde asla bir Oscar istemediğini söylese de Finding Neverland’deki ölçülü performansı ödül teşhirciliğinden başka bir şey değildi. Ama Depp özgüven eksikliğinden olsa gerek, hep makyajın altına sığınarak Tim Burton’la bir fecaatten diğer fecaate koştu. Suratında üç parmak kalınlığında pudra ya da prostetik bir eklenti görmediğimiz filmlerinin sayısı (2000 sonrasından bahsediyorum) bir elin parmaklarını geçmez. Ve üzgünüm Depp fanları, Black Mass de bu ucubelerle dolu kariyerin ölüm fermanını imzalamaktan başka bir işe yaramıyor. Tıpkı Pirates of the Caribbean, Dark Shadows ve niceleri gibi bir başka fiyasko daha!
Black Mass, Martin Scorsese’ye özenmiş bir yönetmenin neler yapabildiğini, daha doğrusu neler yapamadığını gösteren bir showcase, bir temsil. Jeff Bridges’a geç kalmış bir Oscar kazandıran Scott Cooper, daha evvel Out of the Furnace ile de boşu boşuna Oscar tahminlerinin misafiri olmuştu. Black Mass bu misafirlik vasfını dahi hak etmeyecek kalitesizliğe sahip bir ilkokul piyesi kıvamında. Suç oranının yüksekliğiyle bilinen Boston’ın tarihteki meşhur gangsterlerinden Whitey Bulger, esasında görevde olan bir senatörün kardeşi ve zamanında türlü pisliğe, yolsuzluğa adını yazdırıp hüküm giymiş bir adam. Tabii ki de Hollywood her caniyi beyazperdeye aktarmaya bayıldığı için bu hikayeyi uyarlamayı da uzun zamandır beklemekteydi. Bir şekilde Scott Cooper ile buluşan biyografi, Scorsese öykünmesi haricinde aynı zamanda aklınıza gelebilecek her türlü kötü suç filmi klişesini barındırıyor. Yılın ilk yarısında gösterime girip unutulması gereken dramalardan birinin Ekim ayına kadar ayakta kalmış olması şaşırtıcı.
Neresinden başlasam da bu vakit kaybından uzak durmanız için sizi doğru şekilde uyarabilsem bilemiyorum. Esasında “Tren enkazı” yazıp kenara çekilebilecek bir yazıya da sahip olabilirdi Black Mass. Ama hazır elime fırsat geçmişken Johnny Depp’in kariyerine bir tüy kondurmak istiyorum. Önce isterseniz havaya atılan fikirlerin yere düşme sırasına göre yazılan senaryodan bahsedelim. Geçtiğimiz yıl Edge of Tomorrow gibi bir harikayı beyazperdeye armağan eden Jez Butterworth’ün bu felaketin altında imzası olduğunu öğrendiğimde büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. Çünkü Mark Mallouk ile birlikte gerçekten de azıcık sinema bilgisi olan herhangi birinin dahi aklına gelebilecek fikirlerle donatmış filmi. Kötü ama esprileri ve sıradan vatandaşa yaklaşımı sebebiyle seyircinin empati kurabildiği bir Robin Hood aslında Bulger. Oyuncular Birliği ile Altın Küre’nin ciddi anlamda destek vermesini beklediğim yapım belki de sırf bu anlamsız ödül sezonu ivmesi yüzünden hak ettiği Ahududu adaylıklarını alamayacak zaten. Halbuki Butterworth ile Mallouk’un evlerine ahududuya batırılmış çelenklerle dönmeleri gerek.
Lakin tek problem Black Mass’in vizyonsuz bir suç filmi olmaktan öteye gidememesi değil. Boston aksanlı genç ve hoş bir eş, takım elbiseli iyi adamlar, iki arada bir derede kalmış hırslı bir kardeş… Adeta suç filmleri tarihini sırayla gezerek ilerliyor. Casting de filmin talihsiz rotasına pek yardımcı oluyor denemez. Johnny Depp’den ziyade suratındaki kötü makyajın başrolü üstlenmesi sebebiyle zaten Whitey Bulger’ı izlediğinize ikna olamıyorsunuz, ki Depp’in çoğu filminde de sorun bu bana kalırsa. Asla görünürdeki aktör, Hollywood’un sönük yıldızı kaybolmuyor. Karakterin iç dünyasına inmek için önce Depp’in Saturday Night Live’da bile abartılı duracak karikatürize hallerini kazıyıp geçmeniz gerekiyor. Peki başarısız aktör buna fırsat veriyor mu? Asla. Söyleyin bana, ABD’nin yakın tarihinde bu kadar büyük bir yer kaplayan Whitey Bulger’ın neden Charlie Chaplin ve niceleriyle ortak noktaları var? Küçük bir araştırma yaptığınızda dahi suratındaki anlamsız makyajın gerçeği yansıtmadığını görüyorsunuz. Sanırım Johnny Depp de artık kendini aynada görmeye dayanamadığından, ya da Mortdecai sonrası saklanmak istediği için, bu kötü prostetiklerin arkasına saklanıyor.
Kadrodaki tek kötü oyunculuğun Depp’e ait olduğu düşünülmesin. Benedict Cumberbatch, ki kendisine tahammülüm olmadığını herkes biliyor, Black Mass’de tolerans gösterebildiğim tek aktör oldu. Breaking Bad sebebiyle epey destek gören Jesse Plemons yine pembe enseli bir avanak olarak karşımıza çıkıyor. Joel Edgerton’ın aksanı, ağzında sakız olduğunu saklayan ama bir yandan da sakızı çiğnemeye devam etmek isteyen birinin konuşması gibi. Dakota Johnson vermeye çalıştığı white trash hissinin altında ezilmiş. 50 Shades of Grey sayesinde hayatlarımıza giren Johnson, Kristen Stewart’tan bu yana Amerikan sinemasının başına gelmiş en kötü şey olabilir. Kevin Bacon ve Adam Scott’ın perukları kafasından alınıp ve uzak diyarlara atılmak istiyor.
Black Mass’e sadece beni eskiden yazdığım pervasız yorumlara bir yenisini ekletebildiği için takdir ediyorum. Puanım bu filmi gösterime sokan dağıtımcının ve bütçe veren yapımcıların cesaretine…
[review]