Eleştiri
Dope
Her yazıya filmle ilgili bir bağlantıdan bahsettiğim uzun bir paragrafla başlıyorum; ama Dope için elimde tek bir konu yok. Yönetmenini tanımadığım, kadrosundaki neredeyse herkese yabancı olduğum bir büyüme hikayesi bu. Belki şu “coming of age” meselesi üzerinden girizgah yapılabilir. Malum The Perks of Being a Wallflower’ın açtığı kapıdan yürüyen filmler görmeye başladık son dönemde. Her ne kadar Stephen Chbosky’nin bizzat kendi romanından uyarlayıp yönetmenlik koltuğuna oturduğu yapım gişede harika rakamlar elde edemese de yeni bir kültür gelişti. Çoğunlukta yer almayan, genç yaşta belirli bir kültüre ve tarza ulaşmış, hatta büyümüş de küçülmüş denilebilecek insanların dünyası bu. İngilizce’de bu kalabalık için quirky kelimesi kullanılsa da bizde henüz tam karşılığını bulamadı. Kabul edilebilir bir gariplik demek en doğrusu olur sanırım. İşte The Perks of Being a Wallflower’dan sonra önce John Green’in zaten kağıt üzerinde çoktan yer verdiği evren The Fault in Our Stars’la beyazperdeye yansıdı. Ansel Elgort’un karakteri hayatla dalga geçebilme yetisine sahip iken, Me & Earl & the Dying Girl’deki kanserli kızımız ise quirky kontenjanını diğer karakterlere teslim etti. İşte Dope da yavaş yavaş kendi halinde bir türe dönüşen, yıllar evvel John Hughes haricinde kimsenin el atmayı istemediği jenerasyon hakkında yeni bir hikaye sunuyor huzurlarımıza. Hem de oldukça orijinal bir dille.
Tyler Perry’nin izinden giderek siyahi oyuncuların başrollerinde yer aldığı romantik komediler çekmeyi tercih eden Rick Famuyiwa, dördüncü uzun metrajlı filminde bambaşka bir yöne sapmış. Dope, tekin olmayan bir mahallede yaşayan ve gerçekleştirmek istediği büyük hayallerle hayatta kalma mücadelesi veren Malcolm adlı ana karakterinin başından geçenleri takip ediyor. Bir şekilde kendini çok alakasız insanların verdiği bir partinin davetlisi olarak bulan Malcolm, üniversiteye başvurmaya hazırlandığı süreçte başına türlü bela alıyor. Gittiği yerdeki arbede sonrası sırt çantasının içinden çıkan uyuşturucularla ne yapacağına karar vermeye çalışırken, en yakın iki arkadaşı da ona bu engebeli yolda destek çıkıyor.
Dope, esasında herhangi bir komedi yazarının basitçe kaleme alıp üzerinden sayısız espri üretebileceği bir çıkış noktasına sahip. Fakat Rick Famuyiwa, filmini hip-hop kültürüyle buluşturup bir de üzerine siyahi toplumun maruz kaldığı sosyal ayrımcılık üzerine de birkaç kelam etmeye çalışıyor. Filmin en başında sorduğu “Bir insanın hayallerini ırkı, dini, cinsiyeti mi belirler?” sorusuna finale doğru “Ne yaparsan yap, önünde sonunda sen de bütünün değişmez bir parçası olacaksın.” cevabı vermesi de esasında kendini çok ciddiye almadığının basit bir göstergesi. Famuyiwa doğru düzgün beyaz karakter kullanmadan günümüzde hala devam etmekte olan ırkçılığa orta parmak çekip, “farklı” olanın ve hissedenin de ötekileştirilmesine karşı çıkmaya çalışıyor. Bu sebeple de 90’lı yıllardaki rap gruplarını dinleyen ana karakterinin en yakın arkadaşlarını bir Guatemala kökenine sahip, diğeri ise bir lezbiyen. Mantıklı bir tablo yaratmak yerine onları bir araya getirerek zaten oynadığı “ana karakter” formlarının üzerine, bir de ellerine gitar ve bateri tutuşturup tekrardan el atmış. Çok ince düşünüldüğünü iddia edemeyeceğim, fakat Dope kesinlikle ayrıntıları sayesinde yükselmeyi başaran bir gençlik filmi.
Hazır müzikten bahsetmişken, hip-hop sahnesinde neler olup bittiğini bilenler için Naughty by Nature, Public Enemy, Digable Planets gibi sürprizler var filmin içerisinde. Filmin üç ana karakterinin oluşturduğu Awreeoh isimli grupta hip-hop, punk ve rock’ı bir araya getirerek uzun süre hafızalarınızdan silinmeyecek birkaç şarkı icra ediyor. Öyle ki “Can’t Bring Me Down”, eğer Akademi üyelerine Dope’u ulaştırmayı başarırlar ise, En İyi Özgün Şarkı adayları arasında yer bulabilir. The Fault in Our Stars ve The Breakfast Club örneklerinde de görüldüğü gibi, gençlik filmlerinde müzik kullanımı benzersiz bir önem taşıyor. Dolayısıyla Dope’un da bu konuda türün diğer temsilcilerine fark atarak görevini hakkıyla yerine getirdiği söylenebilir. Filmi izlemeseniz bile soundtrack’ine kulak verin derim.
Başroldeki Shameik Moore harika bir seçim olmuş. Pharrell Williams tarafından keşfedilen Moore’un 2012’de çıkardığı ve ciddi başarı elde etmiş bir adet single’ı bulunmakta. Ve dedikodulara bakılırsa 2016’nın başında ilk albümüyle müzik piyasasına giriş yapacak. Dope’un da Moore için doğru bir başlangıç olduğuna şüphe yok. Umuyorum tamamen müziğe odaklanarak sinemaya sırtını çevirmez. Moore’un filmdeki en yakın arkadaşlarından birini The Grand Budapest Hotel sayesinde hayatlarımıza giren Tony Revolori, diğerini ise Transparent izleyicisinin yakından tanıdığı Kiersey Clemons canlandırmakta. Ama dürüst olmak gerekirse, daha küçük rollerde izlediğimiz Chanel Iman ve Zoë Kravitz daha büyük iz bırakıyor. Filmi izlerken kadroda tek bir oynama dahi yapılmadan oldukça başarılı bir televizyon dizisine imza atılabileceğini düşündüm hep. Daha fazla izlemek istediğim karakterlerin büyük bir çoğunluğu süre yetersizliğinden ekranda kısa kalabilmiş.
2015 filmleri arasında gizli bir keşif arıyorsanız, Dope aradığınız cevap olabilir. ABD’de yine biraz da olsa gürültü kopardı; ama burada filmin adını anan kimsecikler yok. O yüzden görevimi yerine getirip reklamını yapayım: İzleyin!
[review]
Emre Eminoğlu
11 Kasım 2015 at 00:21
Senin Film Yorumları sayfanda görüp bu ne demiştim, sonra birkaç sitede birden (alt sıralarda da olsa) Orijinal Şarkı aday tahminleri arasında görünce merak edip izledim. Sanırım bu yılın beni en çok şaşırtan, en orijinal işlerinden biri olacak.