Eleştiri
We Are Your Friends
Önümüzdeki hafta 2015 faslını tamamen kapatmaya hazırlandığım için bu aralar benim kalemimden epey yazı okuyacaksınız. Ama size ufak bir sır vereyim; 2016 yapımlarına geçtiğimde bu film yorumlarının hepsini tek paragraf yazmak gibi bir niyetim var. Artık zamanın epey değerli olduğu, eleştirisinden analizine filmlerle alakalı şeylerin bir avuç insan haricinde pek okunmadığı bir dönemde yaşıyoruz. Dolayısıyla hem fikrimi beyan edeyim, hem de Oscar Boy okuyucularını sıkmayayım istiyorum. Yani yıllardır devam ettirdiğim ve gittikçe uzayan yorum yazıları artık tek paragrafa sıkıştırılıp yeni bir forma kavuşacak. İtirazınız olur mu bilmiyorum. Fakat temposu artan iş hayatı ve yukarıda da belirttiğim meseleler sebebiyle bu evrimi geçirmeye hazırım. Neyse, henüz 2015 bitmiş değil. Daha izleyip de yazmadığım ve fikirlerimi önünüze sunmak istediğim 20’ye yakın 2015 yapımı var. O yüzden misyonumuzu tamamlayalım ve hemen söze girelim! Günün konuğu da We Are Your Friends olsun.
Üniversite yıllarında kendini gece hayatına teslim etmiş, hevesi zamanla elektronik müzik ilgisine evrilmiş biri olarak We Are Your Friends’i konusunu okumadan izlediğim için epey mutluyum. Bolca flashbackler yaşatan, seyri ve hazmı kolay, hatta neredeyse vasat bir film esasında We Are Your Friends. Fakat onu benim için bu kadar özel kılan şey, tamamen yarattıkları atmosfere olan ilgim ve aşinalığım. Kendi halinde bir DJ olan Cole, arkadaşlarıyla gününü gün etmekteyken bir şekilde yolları meşhur bir başka DJ’le kesişiyor ve bu adamın ona açtığı kapılar hem mesleki fırsatlar, hem de doyasıya yaşayacağı bir aşkı önüne sunuyor. Cole, hayatına uzaktan bakıp hayran kaldığı bu adamın uzatmalı sevgilisi Sophie’ye gönlünü kaptırınca dünyası tersine dönüyor. Bu arada gündelik hayatını da bir şekilde devam ettirmek ve ekonomik özgürlüğünü eline almak için kurumsal kabusların kölesi olmak zorunda kalıyor Cole. Bir yanda tereddütte kaldığı aşkı, bir yanda DJ’lik sevdası, bir yanda da hayatın ta kendisi olduğu için yavaş yavaş bölünüyor ve hiçbirini doğru düzgün yürütemez bir hale geliyor. Filmin amacı da zaten 20’li yaşların başındaki o gitgelli aralığa odaklanıp kendince bir perspektif sunmak.
Yaptığı kısalardan sonra hayatında ilk kez uzun metrajlı bir film için kamera arkasına geçen Max Joseph, muhattap olduğu jenerasyonun kim olduğunun epey farkında. O yüzden ticari amaçlara boyun eğmeden anlattığı hikayeye uygun atmosferi yaratmayı başarmış. Filmin müziklerinde bile altyapısı kuvvetli birilerinin masa başına geçip epey kafa patlattığını ve ortaya muhtemelen 2015’in en iyi soundtracklerinden birini çıkardığını anlıyorsunuz. Bu yıl sayısız büyüme (coming of age) hikayesi izlediğimizi biliyorum. We Are Your Friends aslında bu kategorizasyona tam anlamıyla uyum sağlayamasa da bu seneki örneklerden daha keyifli bir yapım. Tabii zaman zaman gözlerimizi kısıp düştükleri klişeleri görmezden gelmek zorunda kalıyoruz. Varan bir: Sophie ile Cole’un yakınlaşması sonrası kızın asıl sevgilisinden gelen tepkiler. Varan iki: Filmin finaline doğru gelen sürprizi bozmak için sürekli aynı karakteri hisli diyaloglarla önümüze sunmalar. Varan üç: Jon Bernthal’a yazılmış karton karakter. Ama ne yalan söyleyeyim, Max Joseph tüm kusurlarına rağmen bu pasaklı filmi bana pazarlamayı başardı. İzlememin üzerinden birkaç hafta geçmesine rağmen hala pek çok sahneyi (mesela havuz başındaki dans partisi) gülümseyerek hatırlıyorum.
Güzel fikirlerinin yanı sıra başarılı da bir kadrosu var aslında We Are Your Friends’in. Kendi jenerasyonunun en başarılı aktörlerinden biri olduğunu düşündüğüm Zac Efron en iyi performanslarından birini veriyor. Heyecan verici olmasının sebebi ise çok açık: Fiziksel avantajını tıpkı Jude Law gibi kullanmaktan kaçınan bir aktör kendisi. Neighbors’a kadar bir kez olsun Zac Efron’un “Zac Efron” olarak paketlenip önümüze atıldığı bir film izledik. We Are Your Friends de basının çok sevdiği bir adamın kim olduğunu unutturmak için elinden geleni yapıyor. Yalnız beni filme çeken asıl isim Emily Ratajkowski, nam-ı diğer emrata. Ya da şöyle hatırlatayım; Gone Girl’de Ben Affleck’in Rosamund Pike’ın üzerine kokladığı gül. Açıkçası oyunculuğu pek iyi çıkmaz diyerek filmin başına oturduğumdan epey şaşkınlığa uğradım. Evet, yönetmen Max Joseph kime rol verdiğinin farkında ve Ratajkowski’yi kimi zaman bir Tanrıça’ya dönüştürüyor. Fakat bu durum hikayeye öyle güzel oturmuş ki, Ratajkowski’nin büyüsüne kapılıp gidiyorsunuz. American Beauty sonrası kariyeri serbest düşüşe geçen Wes Bentley ise bir kez daha kaşlarını çatan yardımcı rolde karşımıza çıkıyor. Hollywood bu adamın değerini bilemedi ve şimdi düştüğü halleri izlemek çok acı.
Çoğu izleyicinin “Gerçekten bunu mu beğendin?” diyerek beni çürük domates yağmuruna tutabileceği We Are Your Friends, daha önce denenmiş formüllere yeni bir yorum getirmeye çalışmış ve nispeten de başarılı olmuş. Belki daha yetkin bir senaristin elinden çıksaydı kısa zamanda bir fenomene dönüşebilirdi.
[review]
Batuhan
7 Ocak 2016 at 00:48
Bence boyle devam biz okuyoruz 🙂
Refik Eren Uysal
7 Ocak 2016 at 15:28
Bence de bu format iyiydi okuyorduk ne güzel 🙂 Ama yeni format konusundada bir sıkıntım yok tabi kendi adıma 🙂 Bu arada birşey rica edebilir miyim ? Bu akşamki podcastiniz için sorum var fakat twitter hesabımı uzun zamandır kullanmadığımdan hem e-mail hesabımı hem de şifremi hatırlayamıyorum sorumu buradan sorsam olur mu ? 🙂
Umur
7 Ocak 2016 at 15:29
Tabii ki de! Buradan, Facebook’dan, Twitter’dan… Hiç fark etmez 🙂
Refik Eren Uysal
7 Ocak 2016 at 16:13
Süper !!! Çok teşekkürler 🙂 O zaman ;
1-Lubezki ‘ nin bu sene 3 te 3 yapma ihtimali nedir ?
2-Anomalisa, Inside Out karşısında ödülü kapabilecek kadar büyük bir tehdit mi ?
3-Bir de aday olma ihtimali olsun olmasın “Yahu bu sene keşke oyunculuk dallarında şu şu isimler (uçuk bir ihtmal dahi olsa) aday olsaydı bir de ödülü alsaydı tadından yenmezdi ” diyeceğiniz isimler var mı ?
Biraz coştum zaman kalmazsa 3.soruyu es geçebilirsiniz 🙂 Şimdiden kolay gelsin 🙂
özge
7 Ocak 2016 at 21:49
Buradan sorabiliyorsak bir soru da benden:Alicia Vikander’in bu sene Oscar adaylığını ıskalama şansı var mı?Akademi The Danish Girl’ü beğenmezse ve Ex Machina’daki performansını yeterli görmezse durumu ne olur?