Eleştiri
The Light Between Oceans
| B- |
M.L. Stedman’ın aynı adlı romanından beyazperdeye uyarlanan The Light Between Oceans, ters giden buhranlı ilişkilerin doktoru Derek Cianfrance’in imzasını taşıyor. Şu aralar basının gözdesi hâline gelen Michael Fassbender ve Alicia Vikander çifti filmde kasabadan izole edilmiş uzak bir adada deniz fenerinde çalışan karı kocayı canlandırmakta. Birbirlerine delice bağlı olan ikili, çocuk sahibi olma denemeleri başarısızlıkla sonuçlandıkça parçalanırken kader yüzlerine gülüyor ve adaya bir kayığın içerisinde kimsesiz bir bebek düşüyor. Kimselere söylemeden kendi çocukları gibi büyüttükleri küçük kızın gerçek ailesi ortaya çıktığında da kırılmalar başlıyor. Geleneksel anlamda Cianfrance’in eline satırı alıp parçalarına bölmeye bayıldığı bir aile tablosu var aslında. Fakat The Light Between Oceans yönetmenin alışık olduğumuz kural tanımaz serseriliğinden hakkını düşen payı almamış, fazlasıyla ısmarlama kokan bir film. Bunda da büyük bir stüdyoyla çalışmanın etkisi var sanıyorum. Kalp ve ciğerini henüz bağışlamamış herkesin salondan gözyaşlarıyla ayrılacağına emin olsam da “Büyüten mi annedir, doğuran mı?” sorusunu sorarken ister istemez taraf tutturuyor insana ve benim de filmle ilgili en büyük problemim bu. Alicia Vikander’ın yaptığı her şeye bir açıklama getirirken, madalyonun diğer tarafındaki Rachel Weisz’ı tanıyamıyoruz ve doğal olarak motivasyonlarını pek anlayamıyoruz. Senaryo sadece empati kurmamızı buyuruyor. Kostüm, set ve diğer teknik konularda, Disney’in sağladığı bütçe sağolsun, pek bir kusuru yok zaten. Vikander, ona Oscar kazandıran performansını devam ettirirken Fassy de etrafında dört dönen gururlu kocaya can veriyor. Onların çoğunlukla başarılı sayılabilecek oyunu da filmin görselleri haricinde zamanı, toplumun savaş sonrası psikolojisini anlatamaması yüzünden gölgede kalıyor. Merak ediyorum, acaba Cianfrance bu kitabı bağımsız bir stüdyoyla beyazperdeye taşısa ne olurdu. Ağlattığı kadar doyuramayan melodramı gelişmeye muhtaç kalır mıydı?