Eleştiri
I, Daniel Blake
| C+ |
Altın Palmiye son iki senedir adres olarak jüriye kendini kötü hissettiren, derdi büyük filmlere gidiyor. Geçtiğimiz yıl Jacques Audiard’ın filmografisinde ikiyüzlülüğüyle sırıtan Dheepan’ı taçlandırmışlardı, bu yıl da Ken Loach’un cepten yediği I, Daniel Blake büyük ödül için uygun görülmüş. Devletlerin koca birer şirkete dönüştüğü günümüzde alt sınıfın sesi Adalı Loach, daha evvel yüksek sesle beyan ettiği endişelerine yeni ama tanıdık bir cila çekip servise sunmuş. Adını ana karakterinden alan yapım, yaşadığı kalp rahatsızlığı sebebiyle doktorları tarafından iş göremeyeceği onaylanmış bir marangozun her tarafı iltihaplı koca çarkın içerisinde kayboluşunu resmediyor. Tabii kalplere dokunmadan edemeyen Ken Loach efendi, bu koca yürekli adamın etrafını da içinizi sızlatacak anlara ev sahipliği eden başka var olma mücadeleleriyle doldurmuş. Filmin bütünüyle yaşanan problemleri, Altın Palmiye almasından sonra çıkan gürültüyü anlıyor olsam da tüm kariyerini yanlış olanı perdeye taşımaya adamış bir yönetmene fatura kesilmesi komik. Angels Share ile Jimmy’s Hall arasında bir yerlere sıkışıp kalan I, Daniel Blake’i eleştireceksek meramını ilk dakikada açık eden gelenekselliğine, Loach’un ekran karartmalardan tutun başı sonu belli mizansenlerine girelim. İşaret ettiği sorunlar ayak bastığınız tüm yeni dünya ülkelerinde ortak ne de olsa. Hayatında ilk kez bir Ken Loach filmi izlemiş George Miller’ın bu filme Altın Palmiye layık görmesini de affedin artık. Belki o da açlığından bir konserve fasulyeye saldıran Katie’ye gözyaşı döküp, Loach’un kölesi olmuştur. Tabii son sahnedeki özet mektubunu nasıl görmezden gelebildiği konusunda en ufak bir fikrim yok.