Eleştiri
Julieta
| C |
Bit pazarına nur yağdıran 2016’da Clint Eastwood geleneksel anlatımın dibine vurarak Amerikan kahramanına methiyeler düzer, Ken Loach alnına yazdırdığı halk ozanı dövmesine rötuş çektirirken Pedro Almodovar da durur mu? “Artık bitti.” diyenleri haklı çıkarırcasına kupkuru bir melodrama imza atmış sağolsun. Prömiyerini Cannes’da yapan Julieta, kullandığı renkler ve detaylara olan hakimiyetiyle seyircisini görsel olarak mat edip içi bomboş bir hikaye anlattığını gizlemeye çalışan kurnaz bir yönetmenin ellerinden çıkma. Gözyaşında tasarrufa giden Almodovar, yine saç modeliyle Vogue İspanya’ya kapak olma amacındaki ana karakterinin hayatından üç farklı dönemi ekrana getiriyor. Zaten senaryo aşamasında da Alice Munro’nun üç kısa hikayesinden esinlenip öyle almış kalemi eline. Klasik Yeşilçam filmleri ya da 40 ve 50ler’in Hollywood’u kadar ağdalı olmasa da sıradanlaşmaya yüz tutmuş Almodovar’ın “Ağlarsa anam ağlar.” temalı filmi aşina olduğumuz detaylarla dolu. Kariyerinde uzunca bir dönem geri adım atmadan tırmanmış bir maestronun dönüştüğü bu nazik, umumi hikaye anlatıcısı halleri Julieta’dan daha acıklı geliyor bana. Yalnız yanlış anlaşıldığının altını çizmek ve belki de çarkları çevirmek adına her yerde film eleştirmenliği üzerine atıp tutan, kendisini kısıtlamasının kasti olduğunu söyleyen bir Almodovar var. Şimdilik elimdeki sopayı sakince yere bırakıp Nolan filmlerindeki göze hitap eden şölene takılıp kalmış ve senaryodaki boşlukları görememiş olanları eleştiren nicelerinin, nasıl olup da Almodovar’ın pasteline kapılmış ve öykünün banalliğini umursamamışlar, açıklamasını bekliyorum.