Eleştiri
Hunt for the Wilderpeople
| A- |
Aynı festival içerisinde hem Toni Erdmann’ı, hem de Hunt for the Wilderpeople’ı izleyince insan mizahta coğrafyanın ne kadar ehemmiyet taşıdığını daha iyi anlıyor. Lord of the Rings’den bu yana Yeni Zelanda’dan çıkmış en büyük ticari başarı Hunt for the Wilderpeople ve pek benzeştirdiğim İrlanda mizahına yakın bir tonda, yamacıma gelen bir komedi aritmetiği var. Özünde tipik bir coming of age hikayesi saklı. Kimsesi olmayan Ricky, devlet tarafından bir aileden diğerine sürüklenirken en sonunda huzura erdiği ve sevildiği bir yuvaya kavuşuyor. Fakat yeni annesinin anî ölümüyle yasalar gereği devlet Ricky’i geri almaya geldiğinde beklenmedik bir kedi fare oyunu vahşi doğanın orta yerinde start alıyor. Toplum tarafından dışlanan, daha doğrusu toplumun anlamadığı için korktuğu iki alakasız bireyi tarifi imkansız bir baba – oğul olarak karşımıza çıkarmış Taika Waititi. What We Do in the Shadows’da araladığı kapılar sayesinde orijinal fikirlerin giderek azaldığı modern sinemaya yeni bir soluk getirmişti. Hunt for the Wilderpeople ise janrına yeni bir tanımlama getirmekten uzak durup, yarattığı etkiyle kalıcı hafızaya yerleşen klasik bir crowd pleaser olmuş. Lâkin seyircisine hissettirdiklerini endişeler listesinde birinci sıraya koyan Waititi, daha evvel tadına baktığımız klişeleri bile minik test şişelerine doldurulmuş kahkahalarla süslüyor. Oyunculuğu basit bir şeymiş gibi gösteren Sam Neill’ın birileri tarafından gölgede bırakıldığını izlemeye zaten alışığız. Ama bunu neredeyse deneyimsiz sayılacak Julian Dennison adında ufak bir aktörün yaptığını görmek farklı bir haz veriyor. Dayanılmaz cazibesi, iyi yürekli öyküsü ve ufak insanlık dersleriyle Hunt for the Wilderpeople bir filmin bayağılaşmadan da herkese hitap edebileceğinin bugüne kadar gördüğüm en güzel örneği.