Eleştiri
Train to Busan
| C |
Mizansen bulma konusunda dünya üzerindeki tüm film endüstrilerine fark atan Güney Kore, Busan trenine geriye kalan bir avuç insancığın sıkıştırıldığı zombi filmi yapmış. Neredeyse tamamı tek mekanda çekilen yapım, trenin yolcularına hayattayken cehennemi yaşatmaya niyetli felaket senaryolarıyla dolu. Ama bir yandan da Kore kültüründeki pek kuvvetli aile bağlarını kullanarak ebeveyn olmaktan, kardeşlikten, büyüklere saygıdan yürüyerek kalp fethetme peşinde. Yalnız sorun şu ki Train to Busan’ın kağıt üzerinde pek orijinal duran fikri tüm zombi filmlerinin bir karması gibi. Hollywood ve daha pek çok film fabrikasından çıkan, yaşayan ölü hikayeleri tek bir mikserin içerisine atılıp karıştırılmış. İşin kötüsü klişeler kumpanyası sosyal sınıf farklarıyla ilgili mesajlar yolluyor, çok çalışana parmağıyla tembih çekip seni aşağılık şeytan git de çocuğunla ilgilen diyor, çalıştığın iş kolu ya da hayattaki sıfatına bakıp koyduğu sıra üzerinden adam doğruyor. Yüzün üzerinde oyuncuya diyaloglu bir rol vermesi, hayat döngüsünü anlatırken sürekli gözyaşı çeşmelerinin tesisatıyla oynaması da cabası. Ve işin garibi bu film dil bariyeri yüzünden baştacı ilan ediliyor. Halbuki aynı ağlak fikirler arka arkaya okyanusun diğer tarafında işlense çürük domates yağmuruna tutacağız. Bakın daha filmin kendi kendini yönetmesini, iki saat boyunca aynı yerde zikzaklar çizmesine, babasıyla çocuğunun hikayesinden sürekli bir dram çıkarma çabasına, cehaleti eleştirirken temel hikaye anlatma prensiplerini unutmasına değinmedim. Evet, Train to Busan’ın bir kalbi var, o kesin. Ama beyni… İşte ondan hakkına düşeni alamamış.