Eleştiri
Passengers
| F |
The Imitation Game ile Hollywood’un kapılarını aralayan Morten Tyldum, Amerika’nın en çok kazanan ve kazandıran iki oyuncusunu buluşturmuş yeni filmi Passengers’da. Daha evvel kitaplara konu olmuş değişik bir hevesin varyasyonu bu uzayda geçen coşkusu bol, romantik film. Uykusundan 100 yıl evvel uyanan beyimiz, yeni bir yaşam modeli kurmak üzere çıktıkları yolda yalnız kalmanın verdiği manasız içgüdüyle güzeller içinden Jennifer Lawrence’ı seçip kızcağızla hızlı kurgulu, bol öpüşmeli, spor salonunda fazla mesai tüketmiş diri vücut göstermeli bir aşk yaşıyor. O kadar cinsiyetçi, o kadar aşağılık, o kadar işe yaramaz bir film ki Passengers, hangi aklı selim bu kağıda dökülmüş illeti beyazperdeye taşımak istedi anlayamıyorum. Yapılan her mizansen gişe filmlerinin en kötü kısımları alınarak oluşturulmuş. Hikaye basite indirgendiğinde elimizde kalan tek şey fazla azan esas oğlanın camekandan kendisine bir afet-i devran seçmesi. Sanki kırmızı ışıklar bu uzay gemisinde yol yapmış, Jennifer Lawrence da hasbelkader zevce olmuş birilerine. Büyük mesele olan modern sosyal okumaları geçsek, ağızlarına uyduruk replikler sıkıştırılmış iki ebleh karakterini ne yapacağız? Tamam, seks satıyor anladık da parmağınızın ucuyla tuttuğunuz bir filme niye tahammül etmek zorundayız onu bilmek istiyorum. Televizyonun muzip yardımcı oyuncusu iken dünya starına evrilen Chris Pratt’le zaten endüstri ne yapacağını henüz çözebilmiş değil. Ama şu bir gerçek ki bu film Pratt’e de, Lawrence’a da bir hakaret. Passengers’da yer almaları gerektiğine onları inandıran temsilcilerin motivasyonlarını merak ediyorum. Bu budalalığın inşa edildiği alanda tek takdir edebildiğim arka fona yerleştirilmiş detaylı dekorasyon oldu. Yoksa kafamı Michael Sheen’in karakteri gibi bara geçirip bir ucundan diğerine alnım sıyrılına kadar patinaj yapacağım, oh olacak. Yeteri kadar cinsiyetçi film izlemedik diyenler önden buyursun, benim içim almıyor.