Eleştiri
T2 Trainspotting
Nostaljinin devrim niteliğinde olanına gönül kapılarını aralamak yeryüzünde zaman kavramına sahip biz fânilerin en büyük zaafı. Hele ki sığındığımız geçmişin kaynağı doksanları özetleyen, sinema hafızalarında hacimi düşünürken terleten bir başyapıt ise. Lâkin bu iş eski sevgilinizle 10 sene sonra tekrar bir araya gelip sizi birleştiren parçanın tam olarak ne olduğunu hatırlayamamaya benziyor. Çünkü yıllar bir tanenize pek iyi davranmamış, o çevik tazenin yerini heyecana gelemeyen bir gölge almış. T2 Trainspotting ile ilgili okuduğunuz her sivri dilli eleştiri filmin hakkını teslim ediyor bana sorarsanız. Belki kendi içerisinde yâd etme işlemine girişince “Hepimiz nostalji için burada değil miyiz?” gibilerinden kabullenmiş bir bilinçlilik su yüzüne çıkıyor ama çelişki eline aldığı pergelin istediği açıyı yapamayacak kadar küçük olmasıyla alakalı. Anlık hesaplaşmaları Irvine Welsh’in romanlarında yarattığı karakterlere haksızlıklarla dolu. Ve tabii Danny Boyle’un da otomatik pilota devrettiği yönetmen koltuğundan Trainspotting’i Trainspotting yapan ögelere mesafesi üzüntü verici. Yıllar sonra bir araya gelen dörtlünün motivasyonları üç aşağı beş yukarı aynı olsa da son basamakta bazını hatırlamayan klasik İngiliz gişe komedisi önderliği eline alıyor. Gevezeliği fırsatları iyi değerlendiremediğini gizlemek istemesinden. Orijinal kadroyu bir araya getirmek dışında herhangi bir marifeti bünyesinde barındırmayan T2 Trainspotting için “kötü film” ibaresi kullanmak zor, ama rahatlıkla maksatsızlığı ve gereksizliği üzerine tartışılabilir. Keşke nüktedanlığında duyurulmamış parlak fikirler olsa, saçına ak düşmüş ve biraz da kilo almış beyleri oradan oraya koşturmak yerine umarsızlıklarıyla umursamazlıklarının birlikteliğinden süratli bir eser çıksa. Ama geçmiş Edinburgh’nın pazarı, sür eşeğini güdümlü bilince.
Fesat Mukayese: Bridget Jones’s Baby > T2 Trainspotting