Eleştiri
Baby Driver
Dünya gündeminin ciğer parçaladığı noktada neşe tüccarlığına soyunan, koreografisi bol filmlerin sükse yapmasını anlayabiliyorum sanırım. Nitekim ellili yılları da savaş atlatmış, ekonomik buhranla boğuşmuş nesil benzer ihtiyaçlar duyduğu için sinemada hazmı daha kolay, çalgılı çengili filmlerin gösteriş yaptığını görüyoruz. Tabii bu ortamın oluşmasında sinema ile yeni ortaya çıkan, aynı zevki eve getiren televizyon arasındaki mücadelenin de payı büyük. Neticede taraflar kılıçlarını çekince bu işten kârlı çıkan her daim seyirci oluyor. Tekrar meselemize dönecek olursak… Bu düşük zamane psikolojisinin tayinine girişince La La Land’in araladığı kapıyı sonuna kadar açmasına müsaade edeceğimiz yapımların bahtı aşikar. 2017’de de bu sazı Edgar Wright almış eline Baby Driver ile. Biten komedi üçlemesi ve benzer bir stilizasyon taslağına sahip Scott Pilgrim sonrası önümüze klasik soygun (heist) filmlerinin geleneksel fikirleri ile müziği buluşturmuş, ritimi istikrarlı bir film koyuyor. Kalabalık çalma listesi kulağımızdaki kiri pası temizlemekle meşgul olurken türün öncüllerini daha evvel bir tek The Blues Brothers’da gördüğümüz düzenli bir ses uygunluğu hakimiyetiyle aynı potada eritiyor. Genç kahramanımız geçmişin yaralarını büyük soygunlarda firar aracına sürücülük ederek unutma gayretinde. Bir taraftan hasretini çektiği kaçış noktalarındaki hayallerini de kalbini kaptırdığı kızla çiziyor daima. Kasetleri, arabaları, tempo duygusu ve hatta gözlükleri, ipod’u, eline aldığı müzik araçları ile kurduğu nostalji hissi üzerinden çok da zaman geçmemiş bir dönemin yasını tutuyor. Popüler kültür bilincini ille de mizahi referansları kullanarak yaşamayışı ve ufak objeler, kimi zaman fiillerle şuurunun kapılarını açması Baby Driver’ın artıları arasında. Baştan sona neşelendiren, ahenkli bir tatmin duygusuna ev sahipliği yapıyor. Modern twist nefsini de kötü adamlar içinden kötü adam beğenerek köreltmiş. İyi prova edilmiş mini raks sahnelerine karşılık diyalogların ve öykünün aynı incelikte tasarlanmamış olması tesirini hafifletse de Edgar Wright’ın heyecan veren bir sinemacı olduğunu hatırlamak adına ehemmiyetli bir done. Ve buradan bir de kastingdeki başarısına kısaca değinmek, doğru karakterle doğru oyuncuyu buluşturmanın hele ki söz konusu fabrika ayarlarıyla pek oynamayan bir suç filmi ise ne kadar önem taşıdığını tekrar hatırlamak gerek. Mad Men ile hormon salgılatan Jon Hamm, dizinin sonrasında filmografisine eklediği doğru düzgün ilk projeyle arz-ı endam ederken kötü adamlar toplaşmasında da en etli rolü kapan Jamie Foxx, yine ekranda gözüktüğü her anı kontrolü altına alarak etrafındaki tüm oyuncuların üstüne dışan ışığı emiyor. Sanıyorum iyi bir oyuncu olduğu konusunda her filmi sonra tartışmaya müsait olsam da Foxx’ın ekrana çok yakıştığını inkar edemeyeceğim. Tabii ehliyetli sürücümüz, kulağındaki hastalıktan mütevellit her manevrasını bir tempoya iliştiren Ansel Elgort için de CV’sinde altın değerinde bir doksanlar türküsü. Son olarak tam anlamıyla kalburüstü bir yaz eğlencesi, eksiksiz kaçamak noktası diyeyim de film alıcısını bulsun.
Fesat Mukayese: Baby Driver > The Blues Brothers