Eleştiri
I Don’t Feel at Home in This World Anymore
Yılın başında, henüz üzerimizden 2016’nın yorgunluğunu atamamışken Sundance’deki prömiyeri sonrası jüriden büyük ödülü koparıp evine dönen I Don’t Feel at Home in This World Anymore, en son Blue Ruin ve Green Room’da izlediğimiz Macon Blair’in yönetmenlik koltuğuna oturduğu ilk film. Netflix’in yaptığı anlaşma sonrası bünyesinde seyirci karşısına çıkardığı yapım, bağımsızın taçsız kraliçesi Melanie Lynskey ve asla yeteri kadar izlediğimize ikna olmadığımız Elijah Wood’u barındırıyor başrollerinde. Hak sahibi olamadığımız, hakkımız için savaştığımız, toprağı sıksan bok çıkacak bugünün dünyasında self servis adaletin peşine düşmüş bir ana karakter mevcut. Evine giren hırsız bilgisayarını, aile büyüklerinden yadigâr gümüşlerini çalınca Lynskey tarafından canlandırılan Ruth, tesadüf eseri tanıştığı garip komşusu Tony (Wood) ile hakkı olanı geri almak için kaybettiklerinin peşine düşüyor ve hiç istemese de hayatını ters yüz etmeye aday canilerle burun buruna geliyor. Yalnız suçlularımız da en az hikâyenin merkezindeki zorlama kafadarlar kadar egzantrik ve şahsına münhasır. Macon Blair her biri orijinal bu karakterleri bir araya getirince ortaya kaçınılmaz komik ve şamatayla absürtlüğün buluştuğu ince çizgideki finale doğru sürüklenen gerçeğe uygun, dört başı mamur bir suç filmi çıkmış. Ve belki de en keyiflendireni son çeyreğine kadar komedi normlarına uygun bir anlatım tarzı benimsemişken sınır tanımayan bir katliamın musluklarını açıp seyircisinin kafasından aşağı kovayla kan boca etmesi. Neredeyse gore sayılabilecek bir abartı hâliyle ivme yükseldikçe yükseliyor. İki kelimeyi bir araya getiremeyen, getirse de mantıklı bir cümle üretemeyen Trump’ın hükümdarlığındaki manzara, bireylerin birbirini dişleyerek basamakları tırmanabildiği yeni Amerikan rüyası bu leziz neo-noir’nın oyun bahçesi olmuş. Gerçeklerle olan ilişkileri büyük ölçüde azalmış gibi gözükse de yeni nesil kara filmlerin ziyaret etmesi gereken bir hakikat var ne yazık ki. Ve artık dört başı mezbele evrenimizde kendini evindeymiş gibi hissetmediğini beyan eden başlık da yine kötünün kârlı çıkmasa bile eksilttiği düzene isyan bayrağı. Gidiş yollarımız farklı olsa da başkalıklardan bağımsız birlik olunabileceğini söyleyen ince mesajı da cabası. En kaba ve ucuz tabiriyle, güldürürken düşündürenlerden Blair’ın harikası. İş kolu, sanat dalı fark etmeksizin toplumsal kültürün her türlüsünden yararlanan ifade ediş biçimlerinde bile politiklik kol geziyor artık. Bir fikir sahibi olmadığınız takdirde ağzınızdan çıkanlara kulak kesilecek biri kalmadı. Belki gözüm performanslar ve umulmayandan ürettiği gülmeceyle fazla boyandığı için anlam yüklerken abartıya kaçıyordumdur, kim bilir. Ama fazla değer biçilmiş filmler çöplüğü olma yolunda emin adımlarla ilerleyen 2017’ye taze bir nefes getirdi benim nezdimde. Mübalağanın emir eline dönüştü anlatısındaki o içten pazarlıklı olamayan dobralığıyla yağ gibi indi mideme. Ah keşke şu Netflix damgası bir engel yaratmasa da daha ileri gidebilse I Don’t Feel at Home in This World Anymore. Bu dünyayı hak etmiyor olabilir, ama ödül sezonunda (hiç mümkün olmasa da) hak ettikleri çok.
Fesat Mukayese: I Don’t Feel at Home in This World Anymore > The Big Lebowski
Adem
31 Temmuz 2017 at 13:01
Melanie Lynskey’e bayıldım, OBA makarna ödüllerinde umarım adaylık hatta ödül kazanabilir.
Umur
31 Temmuz 2017 at 15:43
In OBA Makarna we trust.
Serhan
1 Ağustos 2017 at 11:54
Baska yazacak yer bulamadim o sebeple son yazina yaziyorum. Oscar tahminlerinde Kate Winslet in altinda neden 1 adaylik ve 0 odul yaziyor 🙂
Umur
1 Ağustos 2017 at 11:55
Kargaşa olmuştur, hemen düzeltiyorum! 🙂