Oscar Boy Özel
Oscar yolunda ilk durak: Filmekimi
Esasında birkaç retweet alabilmek, daha fazla tık gelsin diye takipçisi çok bir festivalin reklamını yapmak ve en önemlisi birbirinin aynı öneri listeleri hazırlamak konusuyla ilgili kırıcı fikirlerim var. Ama geçtiğimiz sene orucumu bozmuş, çok reklamını yapmadan bir Filmekimi yazısı atıvermiştim ortaya ve güzel de bir geri dönüş almıştım sizlerden. Herkesin bir üslubu olur ya, mesela film eleştirisi diye özet kakalayan sosyal medya eleştirmenlerinin önlerindeki en prestijli filmlerden potpori yapıp ona buna kazıklaması gibi, ben de festival programı yapmaya Oscar’la alakası olanlardan start alıyorum. Leziz programın içerisinde yolunuzu kaybetme ihtimaliniz olduğundan da filmlerin geçmişlerini bırakıp sadece ödül sezonundaki gelecekleriyle yaklaşmak istiyorum meseleye. Genel satışa kalanlara bir iki alternatif çıkarmış olurum belki, fena mı? Hadi başlayalım!
- THE SHAPE OF WATER: Venedik’ten Altın Aslan ile dönen Guillermo del Toro filmi Filmekimi’nin elindeki ödül sezonu açısından değeri en büyük iş. En İyi Film kategorisi dahil 8 – 10 dalda adaylık beklediğimizden ne yapıp edip programınıza sıkıştırmanız gerekiyor. Türkiye’de vizyon tarihi 16 Şubat olarak belirlendiği için screenerlara kalmadan Sally Hawkins’in muhtemelen Oscar ile buluşacak performansına göz atmanız lazım. Ayrıca Del Toro da yarışın şu noktasında Christopher Nolan’ın (Dunkirk) en büyük rakibi. Inarritu ve Cuaron’dan sonra Üç Amigo’dan sonuncusunun da Oscar masalını izleyeceğiz sanırım.
- THREE BILLBOARDS OUTSIDE EBBING, MISSOURI: Bir tek bilinçli izleyici değerini anlar, ödül sezonunda adı pek anılmaz diye geçiştirdiğimiz Three Billboards büyük bir sürpriz yaptı ve Toronto’dan Seyirci Ödülü ile ayrıldı. Karşısındaki rakipleri pek güçlü olduğu için böyle bir zafer elde etmesini beklemiyorduk. Meğer boşuna küçümsemişiz. Ve daha evvel bu şerefe nail olmuş 10 filmden 9’u Oscar’ın En İyi Film kategorisine giriş yaptığı için de ekstra heyecanlanıyoruz. Yalnız yolda kayıp ayağı düşse bile Frances McDormand ile Sam Rockwell’in adaylıkları hazır. Saçma bir detay daha: Bu senenin en kârlı dağıtımcısı olması beklenen Fox Searchlight’ın iki büyük projesi de (diğeri Shape of Water) Filmekimi’nde!
- CALL ME BY YOUR NAME: Sundance’de gösterildiği günden beri uğradığı her adreste övgülere boğulan yeni Luca Guadagnino filmi için de ölüp bitmekle meşgulüz. Hani sevmeyeceğimiz varsa bile sevecekmişiz gibi. Bu sene Three Billboards ile En İyi Film dalındaki beşinci spota oturabilme savaşı veriyorlar. Akademi’nin değişen profili bir başka LGBT filmi Moonlight’a kapılar açmıştı. Sıra Call Me by Your Name’de. Benzer bir zafer elde edebilir mi, bilmiyorum. Fakat film, yönetmen, erkek oyuncu (Chalamet), yardımcı erkek oyuncu (Stuhlbarg & Hammer) ve uyarlama senaryo için iddialı geliyor.
- BATTLE OF THE SEXES: Fox Searchlight imzası taşıyan festivaldeki bir diğer yapım. Fakat burada ödül sezonundan ziyade gişe için yapılmışa benzeyen, liberal Amerika’nın karamsar günlerini aydınlatma amacında tatlı bir proje var. Emma Stone’un La La Land sonrası bir kez daha övgü toplayan performansının önderliğinde, spordaki cinsiyet ayrımına karşı hareketin baş savunucusu Billie Jean King’in öyküsünü izleyeceğiz. Stüdyonun elinde McDormand ve Hawkins gibi iki etli karakter bulunduğundan Emma Stone’a sıra geleceğini pek sanmıyorum. Fakat Altın Küre adayları arasında belirirse de çok şaşırmayacağım.
- VICTORIA & ABDUL: Venedik’te prömiyerini yapan Stephen Frears filmi ne yazık ki çok çok iyi eleştiriler almadı. Ama hiç kimse de Judi Dench’in harika bir performans sunduğunu inkar etmiyor. Ki Frears ile Dench’in ortaklığı meşhur, daha evvel Philomena ve Mrs Henderson Presents için bir araya gelmiş, iki birliktelik de Dench’in Oscar’a aday olmasıyla sonuçlanmıştı. Brexit’in yanıp tutuşturduğu Ada’daki hareketli psikolojinin muhtemelen klişe ve vıcık vıcık bir çözümü için yerlerimiz hazır.
- THE LEISURE SEEKER: Film daha gösterilmeden evvel Donald Sutherland’in kariyerinin en iyi performansını verdiğine dair bir dedikodu dolanıyordu zaten. Yalnız hem Venedik’te Sutherland’den bağımsız filme gelen yorumlar, hem de ünlü aktörün bu yıl Akademi tarafından Onur Ödülü’ne layık görülmesi kampanyanın dengesini bozdu. Muhtemelen Oscar’a kadar ayakta kalmayı başaramayacak. Tabii Helen Mirren’ın iki sene öncesinde olduğu gibi SAG’i domine etmeyeceğinin garantisini veremiyorum.
- WIND RIVER: Bilmiyorum haberiniz var mı, ama Oscar Boy’da her üç cümleden birinde adını andığımız Harvey Weinstein bu seneyi pek iyi geçirmiyor. Önce Mary Magdalene, 2018’e ertelendi. Ardından Tulip Fever’ın pazarlanma stili eleştirilere maruz kaldı. The Current War da Toronto’da duvara tosladı. Harveycik’in elinde bir tek Wind River kalmış durumda. Hell or High Water’ın senaristi Taylor Sheridan bu sefer yönetmen koltuğunda oturuyor. Belki Jeremy Renner ve senaryosuyla ödül sezonu sohbetlerinin bir parçasına dönüşür. Neticede Harvey’nin parmağı olacak!
- THE BEGUILED: Sofia Coppola’nın filmi de büyük kategorilerde pek adı anılacak bir işe benzemiyor. Kostüm tasarımı ve uyarlama senaryo dalında şaşırtabilme ihtimali var. Kimileri Kirsten Dunst’ın da harikalar yarattığını iddia etmekte. Fakat bir kampanya yapacaklarına dair henüz bir kanıt yok elimizde.
- THE KILLING OF A SACRED DEER: Burada da hayallere dalıyor olabilirim. Lanthimos’un bir önceki harikası The Lobster, özgün senaryo adayı olmuş, Colin Farrell ile Altın Küre’de de listeye girmişti. Yalnız özgün senaryo kategorisindeki yarış bu sene pek çetin. Eğer Nicole Kidman kampanya yapmak isterse, bir adaylık çıkarabilecek kadar iyi olduğu söyleniyor, onu not düşeyim.
Oscar’ın yabancılarını da unutmayalım, bizim de Ayla ile (ugh) dahil olduğumuz yarıştan kimler Filmekimi’ne uğruyor hızlıca bir hatırlayalım.
- IN THE FADE (Almanya): Fatih Akın’ın filminden nefret eden çok. Yalnız bu gerçek filmin Diane Kruger’a Cannes’da ödül getirmiş bir performans barındırdığını unutmuyor. ABD’deki dağıtımcısı ödül sezonuna denk gelen bir vizyon tarihi belirlemiş. Belli ki – en kötü – kısa listeye kalma niyetleri var.
- HAPPY END (Avusturya): Sanki Haneke bu yıl bir film çekmemiş gibi, değil mi? Kimse konuşmuyor, kimse adını anmıyor. Yine de karşımızda Avrupa’nın en prestijli yönetmenlerinden biri olduğunu unutmamak lazım. Her şey olabilir.
- RACER AND THE JAILBIRD (Belçika): Adele Exarchopoulos büyük bir oyuncu olacak mı diye beklerken kızcağız bir tren enkazından diğerine koşmaya başladı. Bullhead’in yönetmeni Michaël R. Roskam, bir kez daha Matthias Schoenaerts’la çalışıyor.
- BPM (Fransa): Cannes’da olağanüstü eleştiriler almış, jüriden bir nevi ikincilik ödülü koparmıştı. Benim de festivalde en merak ettiklerimden biri. Bilhassa konusunu okumuyorum ki tamamı sürpriz olsun.
- THE SQUARE (İsveç): Force Majeure için ölüp bitenlere Ruben Östlund’dan Altın Palmiye almış yepyeni bir delilik! Bu sefer Oscar konusunda da daha ısrarcı davranacakları söyleniyor. Artık ne kadarı doğru, ne kadarı yalan siz karar verin.
- THE INSULT (Lübnan): Venedik’ten erkek oyuncu ödülü ile dönen The Insult da Timbuktu gibi bir filmi aday etmekten çekinmemiş Amerika’nın oryantalist damarına oynarsa işimiz var. Ben programıma koymayarak hata ediyor olabilirim. Siz bir gözden geçirin.
- THELMA (Norveç): Joachim Trier’den aşkla birlikte süper güçlerle de buluşan lezbiyen bir kızın hikâyesi geliyor. Oscar’dan yana yüzünün güleceği şüpheli. Fakat biz festival izleyicisini tatmin edeceğine can-ı gönülden inanıyorum.
- A FANTASTIC WOMAN (Şili): Annette Bening ve Helen Mirren’dan yana yüzü gülmeyen Sony Pictures Classics, trans aktris Daniela Vega için bir kampanya yapmaya hazırmış. Kameranın arkasında da Gloria’nın deha yönetmeni Sebastián Lelio var. E daha ne olsun?