Eleştiri
Lovesong
Konuşmadan acı çekenlerde, derdini anlatmadan deva arayanlarda, buhranını paylaşıp azaltmadan jiletle çoğaltanlarda sıra Lovesong’un. Duygusal dışkılama sıklığında zorluk çeken, ağrılı çıkışlara sırtını yaslayan yapım uzun zamandır izlediğim en kabız film olabilir. Gittikçe daha iyi bir aktris olduğuna inandığım Riley Keough ve Eva Green gibi sürekli aynı karakteri, aynı sıkıcılıkta canlandıran Jena Malone’u bir araya getirmiş bu hissî yönden kuru zırvalık. Kendini ifade etmek konusunda zorluk çeken iki kadın karakteri hayatlarındaki boşluğu birbirleriyle maddi, manevi oynayarak gideriyor. Açlıkları hiç de inandırıcı olmayan eşcinsel hevesleriyle yanıtlanıyor. Neresinden tutarsanız tutun değil elinizde kalmak, bulunmayan motivasyonlarıyla komün eziyet. Sonra dönüp bakıyorsunuz batılı eleştirmenler ne demiş diye. Kadın yönetmen, kadın ana karakterler, eşcinsel anlatı… Tabii ki de baş tacı etmiş. Bu uyduruk ikiyüzlülükten, birileri zamanında çok ezildi, endüstrinin boku çıktı diye iyiyle kötünün ayrılmamasından bıktım. Belki Lovesong dağları deviremedi. Ama şu fenalık, iç bunaltıcı, zevksiz kuru gürültüyü bile alkışlayarak ortalama olan her şeyi, herkesi gönüllendiriyorlar. Politik doğruculuk iltifatların ocağını söndürecek, güzel sözlerimizin bir değeri kalmayacak. Ona gül, buna papatya… Yoldan geçenlere mavi boncuk dağıtıyoruz. Varsın kasvetli olsun, iki sözü bir araya getirecek önsezi barındırmasın. İmdat! Alın beni bu gittikçe batan sektörden. Bıktım.
Fesat Mukayese: Passion (2012) > Lovesong