Eleştiri
Good Time
Pek sevdiğim yönetmen Martin Scorsese’nin kariyerini özetleyen Taxi Driver, Raging Bull, Casino gibi birbirinden değerli filmler var ama içlerinde biraz ayrıksı kalan After Hours’ın zât-ı âlimdeki değeri bambaşka. Dolayısıyla Heaven Knows What referansıyla tadımı kaçıran Safdie Kardeşler’in bu başyapıt ile akrabalık bağı taşıyan Good Time’ına kayıtsız kalmamı beklemek hata olur. Looney Tunes’un Taz’inden hallice ana karakteriyle bitmek bilmeyen bir uğursuzluk dizisini, hayatına dokunduğu herkesi aç bir virüs gibi boka batıran Connie (Robert Pattinson) isimli karakteri peşi sıra takip ediyor Safdieler. Filmin merkezindeki adam öyle biri ki, yarattığı girdabın rüzgârına yolu düşen en küçük zerresine kadar parçalanıp bir kenara paçavra gibi atılıyor. Önce heveslerine alet ettiği kardeşi, tesadüfen tanışıp evini istila ettiği bir kadın ve torunu, özgürlüğüne yeni kavuşmuş bir mahkum, yaşça büyük ve zengin sevgilisi, bel bağladığı lunaparkın bekçisi… Yarattığı kasırganın tek bir hamlede sindirdiği insanlarla emiciliği daha da artıyor sanki, durmadan üreyen umutsuzluğunun. Çizgi roman uyarlamalarında kötülüğünün dozu arttıkça kudreti de korkutucu olmaya başlayan villainlar gibi. Tüm film bir ömür süregelecek endişenin, hırçınlığın, kör talihin üzerine kurulmuş zaten. Yarattığı keyifli tehlike masum, suçlu dinlemeden kara bulut gibi çöküyor üzerinize. Kaçmak bir seçenek değil. Bir kere değdi mi küçük dünyanıza, her şey un ufak olana kadar yakanızı bırakmıyor. Ve buna rağmen hayatta kalma içgüdüsü de değil motivasyonu. Kendini tanımadığından, salt ferahlığı bulmaya çalışıyor durmaksızın. Boka battıkça yeni bir heyecan, yeni bir macera, yeni bir plan. Ama kara görünmüyor bir türlü. Çözümler fersah fersah uzakta. Dev dalgaların ortasında ayağını yere basabileceği bir düzlük, beladan bir döngünün içerisinde nefes alacak delik ararken seyircisine ben de hasar görür müyüm endişesi yaratabilecek nüfuza da sahip ayrıca. Bu da yetmezmiş gibi ekrandan taşan eşsiz agresifliği sinir bozduğuyla kalmayıp bağımlılık yapıyor. Ve düşündüğünüzde absürt sayılabilecek kaygılarının sersemliğiyle, herhangi bir eyleminin olumlu sonuçlanacağına inanmasak da, Connie için heyecan duymaktan ve amacına ulaşmasını dilemekten bir an olsun vazgeçmiyoruz. Oturduğunuz yerde sizi sürekli tokatlayan bir filme, bu denli bağlanmak da sinemanın gücü olsa gerek. Düşündükçe büyüyecek bende Good Time, bundan çok eminim. Sabahın ilk seansında henüz kendime gelememişken kara mürekkebini akıttı zaten içime. Şimdi iyice demlenmesini, acılaştıkça tazelenmesini bekleyeceğim. Sezon ilerledikçe ben açılacağım, dönüp dönüp Safdieler’in işçiliğine şapka çıkaracağım besbelli. Dileğim aynı taşikardiyi birkaç kere daha doz doz tekrar yaşamak. Çünkü bir önceki filmlerinde olduğu gibi Safdieler tamamen sizi düşüren, kötü hissetmenize sebep olan ve tekrar ziyaret etmek için can attığınız bir hissi maddeleştirmiş, bilmem anlatabildim mi? Sadece adı eroin, kokain, LSD ya da kristal meth değil; sözde Good Time.
Fesat Mukayese: Good Time > Requiem for a Dream