Eleştiri
First They Killed My Father
Dünyanın en meşhur aktörüyle olan ilişkisi, gittiği ülkelerde elma armut satın alır gibi nüfusuna çocuk geçirmesi, Birleşmiş Milletler’le iyi niyet elçisi olarak ortaya koyduğu projeler ve adının karıştığı doksanlardan kalma skandalları bir kenara bırakırsak Angelina Jolie, endüstrinin bir parçası olmaktan gurur duyan bir selebriti. Onu aktris ya da yönetmen olarak tanımlamak pek içimden gelmiyor, çünkü her iki alanda da kendini yeteri kadar ispat edebildiğini düşünmediğim gibi sanki perdeyle alakasını bir paravan olarak kullanıyor gibi. 2011’de In the Land of Blood and Honey ile başlayan kamera arkasında yer alma sevdası da filmografisine yeni halkalar eklendikçe ve eksikler daha rahat seçilmeye başlanınca biraz anlamlandı. Sanki yol haritasını görebiliyor gibiyim. Angelina, kendini başka şekillerde eğitmektense her çiçekten bal alarak seyircinin önünde, direkt üreterek pişmeye çalışıyor. Bugüne kadar izlediğimiz, yönetmenliğine imza attığı dört uzun metrajlının tek bir ortak özellik barındırmaması da bu sebepten. Yarısının kamu spotu vaziyetlerini hesaba katmıyorum tabii… Kamboçya adına Oscar yarışına girmeye hazırlanan First They Killed My Father isimli yeni filminde, ülkenin yakın tarihte yaşadığı, yaklaşık 250 bin vatandaşın ölümüyle sonuçlanan büyük katliamı ideolojik maksatlara pek bulandırmadan anlatmaya çalışıyor. Gerilla savaşıyla iktidarı ele geçiren Kızıl Kmerlerin çektirdiği cefalar düpedüz ortada. Fakat Jolie, aman ne dertler var diye dizlerini dövmektense bu meseleye oldukça spiritüel bir noktadan yaklaşarak hayatının bir parçası olan ülkenin (hem çocuklarından biri Kamboçyalı, hem de Jolie’nin Kamboçya vatandaşlığı var) kişisel yolculuğunda nasıl bir aydınlanmaya sebep olduğunu göstermeye odaklanmış. Bu sebeple de First They Killed My Father’ın hiç öyle gözükmese de Angelina’nın kotardığı en kişisel film olduğunu düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum. Fakat sarf ettiği eforu takdir etmekle birlikte amaçları epey zarif olmasına rağmen Jolie kamerasını hâlâ eğitebilmiş değil. Örnek aldığı sinemacılar ve filmleri ilham kaynağı olarak kullanmak yerine bir potpori çekmekten asla vazgeçmiyor. First They Killed My Father’ın içerisinde de herhangi bir üçüncü dünya ülkesinde geçen, zulüm bazlı acıların ve kaybın olduğu filmlerden tanıdık sahneler görmek mümkün. Dersine aynı anahtar kelimelere sahip yapımları leblebi çekirdek gibi tüketerek hazırlanmış. Dolayısıyla bu çalışılmış mizansenler zincirinin parçaları birleştiğinde ortaya tam hissiyatı veren orijinal bir anlatı da çıkmıyor. Evet, Angelina’nın sineması açısından, ki bunu Unbroken’ı epey başarılı bulmuş biri olarak söylüyorum, büyük bir adım. Yalnız affedilemeyecek günahlarını optik yanılsamalarının tesiri bile unutturamıyor. Filmografisine bir başlık kondurabilse de henüz kameranın arkasından perdeye yansıtamadığı vizyonuna kendinden bir şey katmayı akıl edememiş. Sanırım önüne atılan projelere yükselmektense, Jolie’nin 1-2 seneliğine kabuğuna çekilip sıfırdan bir tasarıyla oturması lazım yönetmen koltuğuna. Belki bu şekilde bizleri tatmin edecek bir sonuç alabilir. Ha ama bu yöntem de sonuç vermezse heveslerinin ölüm fermanını okumak için en ön sırada bekliyor olacağım.
Fesat Mukayese: Hotel Rwanda, War Witch, Beasts of No Nation… Daha sayayım mı? > First They Killed My Father