Eleştiri
Brad’s Status
Bunalım yaşa değil, başa bakarmış. Beni otuza üç yıl kala, evlenip barklanmış ve hayatımdan memnun değilmişim gibi uçurum kıyılarına iten Brad’s Status, mürekkebini akıttığı her tekste hayranlık duyduğum pek muhterem Mike White’ın imzasını taşıyor. Üniversite turu için Boston’a oğluyla birlikte gelen baba rolünde Ben Stiller’ın yer aldığı yapım çok da klasik sayılmayacak bir orta yaş sendromunun göbeğinde yakalıyor ana karakterini. Artık elliye yaklaşınca bacaklarının arasındaki sallantıyı nereye koyacağını bilemeyen, evdeki gülünü boşverip tek çiçekle bir bahar geçer mi efendim krizlerine giren çiğ adamların bayağılıklarına o kadar alıştık ki White’ın yaratıp Stiller’ın canlandırdığı Brad Sloan’ı kalıplaşmış antropoz buhranlarından bir hayli uzak bulacaksınız. Burada birlikte büyüdüğü arkadaşlarının kurdukları düzenlerine özenen, acaba eşim beni çok sevdiği için her konuda kusursuzmuşum gibi davranarak hırsımı mı köreltti diye düşünen, öyle ki evladını bile yeteri kadar tanımadığından kendisine kızan bir baba figürü var. Bu kadar bilinçli olması ve problemlerini erkenden fark edip teşhisini koymak istemesi Brad’i daha iyi bir adam yapmıyor tabii ki. Aksine zaafları oldukça fazla ve özgüven eksikliği hat safhada. Sırf kârsız bir işte çalıştığı için takdir görmek, tanımak için geç kaldığı oğlunun başarılarına sırf genetik bir bağı var diye ortak olmak istiyor. Kelli felli bir yıkım manzarası işte. Bir anda geçen yılların çetelesi çıkıyor, nasıl geçti habersiz ağlanmalarının geçit töreni bağıra bağıra kapıya dayanıyor. Fakat birkaç kat derine sakladığı sessiz çığlığını açarken pek ölçülü davranmamış Mike White. Ana karakteri gibi o da takdir görmek istiyor sanki. Bakın nasıl da tanıyorum Brad’i, onun bu beyaz problemlerinden, üstünlük yanlısı arzularından nasıl haberdarım diye çırpınıp duruyor. Sırf kameranın önüne geçip işaret etmediği kalmış. Hâlbuki bizi biraz yalnız bıraksa karakterle, hayatına girip çıkan üçüncü, dördüncü, beşinci şahıslara özet gibi diyaloglar yazmasa daha bir ısınacağız, gerçek olduğuna inanacağız belki bu adamın ve yaşadıklarının. Herşeyi bir kenara bıraktım, Brad’in aynı zamanda dış ses olarak görev aldığı anlatıda gösterdiğiyle dillendirdiği birey arasındaki tezatlar da ciddi bir sarkma yaratıyor hikâyede. Oysa tüm incinebilirliğiyle, olduğu adamdan belki de çok uzağa gitmemesine rağmen harikalar yaratan bir Ben Stiller performansı var filmin tam orta yerinde. Hem de bağırmadan, ağlama nöbetleri geçirmeden olabildiğince sakin, katmanlı ve ekonomik bir oyunla. Komedilerden altın bilezikler yaptırdıktan sonra Noah Baumbauch’un Greenberg’ü ile direksiyonu kırdığı drama evreninden de sağlam çıkabiliyor yani. Yalnız şuna seviniyorum; Mike White geri döndü! Bu yıl üç sinema, iki televizyon projesiyle belki istediğimiz formda olmasa da en azından egzersizli bir reenkarnasyon geçiriyor. İzninizle ben IMDb sayfasına geri dönüp hoş tebessümler atacağım ekranıma. Soran olursa, yeni Chuck & Buck gelene kadar da adresim belli.
Fesat Mukayese: This Is 40 > Brad’s Status