Eleştiri
Victoria & Abdul
Kostümlü dramalarıyla elde ettiği kayda değer başarı sonrası kendine yepyeni bir yol haritası çizdi yönetmen Stephen Frears. Filmografisinin son çeyreği ödülden yana yüzü gülmeye müsait biyografilerle dolup taşıyor. Sürünün son üyesi de, Judi Dench’i 1997 tarihli Mrs Brown’dan sonra bir kez daha aynı rolde izlediğimiz, Victoria & Abdul. Bu gün yüzü görmemiş, tarihi gerçekliği bulunan hikâye Brexit destekçilerinin faşist fikirlerini utanmadan yüksek sesle dile getirdiği, güneşin batmadığı imparatorluğun geçmişinde Hindistan’ın ekonomilerine olan katkılarını yadsıdıkları günümüz İngiltere’sini ve ondan öte, dünyadaki politik iklimi inanılmaz kurnaz bir noktadan kullanmaya gayret etmekte. Sömürgeci kraliyet açlığının, Hollywood’a miras kalmış emperyalist bakışla samimiyetsiz buluşmasında yine aynı tatsız mizansenlerden amaçsızca bir bütün oluşturulmaya çalışılmış. Tahttaki son günlerine yaklaşan Victoria, eşi vefat ettiğinden beri süregelen yalnızlığını Golden Jubilee sırasında kraliyet ailesine hediye takdim etmek üzere saraya yolu düşmüş Hintli müstahdem Abdul ile paylaşıyor. Başka bir ırktan olup kendileri gibi muamele gören bu genç adamın varlığı da kraliçenin yakınındaki farklılığa dayanamayan, tepeden tırnağa herkesi rahatsız edince, Yüksek İmparatorluk çağında, vahşi hanedanlarının ele güne eşitliği, insanlığı öğrettiği bir masalın pimi çekiliyor. Sahte duyarlıkları ile iki kolunu sonuna kadar açmış denklik aktivistliği, birkaç egzotik Tac Mahal manzarası ve bize benzemiyor ama yakışıklı adam diye içselleştirilen Güney Asya filintası sayesinde esaslı bir komedi olarak işlev gördüğü kabul edilebilir Victoria & Abdul’un. Judi Dench uykusunda dahi oynayabileceği rolü almış, yine ufak nüanslarla yoktan var etmiş, ona diyecek söz yok. Neden yaşayan en iyi aktrisler arasında adının sayıldığı vahametin ortasında bile hissediliyor. Fakat yetmemiş işte. Viktoryan dönemin fincanları, tabakları, kostümleri, tabloları, defterleri, kalemleri ilgiyi başka yöne çekecek kadar cafcaflı olsa da çok sakat bir düşünce yapısının nabzını tutuyor Frears diğer tarafta. Filmin kalbinin temiz olduğuna inancım tam. Ama her işi ehline bırakmak gerektiğinin de bilincindeyiz neyse ki. O yüzden, ülkesindeki gidişatı hayra alamet bulmayan, endişeli bir vatandaş olarak Frears’ın politik spektrumun ne tarafında durduğunu göstermeye çalışmasını takdir ediyor ama yüzdüğü su birikintisinde boy veremediğini de bariz bir şekilde hissediyorum. Batı’da yükselen anti-Müslüman sesler, göçmen karşıtı bağnazlıklar, ırk ve dini mutabakat dışı gören kör edici söylemlere Victoria & Abdul merhem olmayacak. Yalnız biz bu öfkeli tarihsel döngünün ceremesini daha uzunca bir süre çekeceğe benziyoruz. Altın Palmiye zaten son üç senedir hep bir ağızdan anlaşılmış gibi, jüri koltuklarına kim oturursa otursun iyisi kötüsü fark etmeksizin sosyal yaralara parmak basan filmlere gidiyor. Sıkıntı Hollywood’un ve ilham olduğu büyük film endüstrilerinin de aynı temalardan nemalanmaya çalışan, ancak endişeleri sebebiyle takdir gören yapımları yakalayabilecek sosyal zekadan yoksun filmler için kolları sıvamış olması. Sanıyorum birilerinin acilen çivisi çıkmış evrenin reset tuşunu bulması gerekiyor. Aksi takdirde iş sosyal medyaya dün dahil olmuş, hızlı kursla dünya gündemini yakalamış yeni yetmelerin vizyonundan hallice enkazlarla dolup taşacağız.
Fesat Mukayese: Dheepan > Victoria & Abdul