Eleştiri
Kingsman: The Golden Circle
Sınırsız eğlencenin Portobello pazarından allı güllü porselen çay takımı monte edilmiş, Carnaby’den zarif takım elbiselerle süslenmiş, gözlüğü kemik çerçeveli, saçları briyantlinli hâli Kingsman bu yıl ikinci enstalasyonuyla sinemalarımıza uğradı. İngilizliğin en saf ve tabir-i caizse varoş formundan beyefendi ajanlar yaratan tim, öyküyü bıraktığı yerden çok uzaklaşmadan devam ettiriyor. Colin Firth’ün canlandırdığı karakterin beyni gökkuşağı gibi patlamadan imdadına yetişen zonta Amerikalılar, panzehirini yarattığı uyuşturucu ile dünyayı perişan eden uyuşturucu kontesine karşı savaş açan esas oğlanımıza dur durak tanımayan macerada eşlik ediyor. Tabii iğnenin deliğinden bile görülen twistleri ve mantık sınırlarını alt üst eden olay zincirleriyle biraz tat kaçırıyor; fakat adı bile sidikten çembere göz kırpan bir porno terimine göz kırpıyorken oturup da bu böyle olamaz mızıkçılığı yapabileceğimiz ciddiyette bir seriymiş gibi davranmanın anlamı yok Kingsman’e. Ait olduğu evrenin absürtlükle çekici küstahlık arasında gidip gelen bir matematiği var ve aksiyona biçilmiş kalıpları kırdığı oyun alanında aşırılıklarıyla olabildiğince ayakta kalmaya çalışıyor. Ölüyü dirilten çekirdek teknolojisini, Eggsy’nin parmak prezervatifini ve türlü haşarılığını bir kenara bıraksam dahi, Matthew Vaughn’un faal kamerasını es geçemiyorum. Türlü komplikasyonları, eklediği yeni karakterlere pasaklı özgeçmişler ve unutulmaya yüz tutmuş motivasyonlar uygun görmesini göz ardı edebilmem kendi çevresinde tur atan rejisiyle alakalı da olabilir. Baş döndürücü birebir dövüş sekanslarının haricinde setlere ve kostümlere para harcarken elini korkak alıştırmaması da sağolsun, karşımızda yine görsel anlamda epey tatmin edici bir manzara mevcut. Fakat aynı evrenden çıkmış olmanın dezavantajıyla bir önceki çıkarmasıyla mukayese edilmesini de anlamlandırabiliyorum sanırım. Her şeyden evvel Julianne Moore’un saçıyla makyajını kendi yapıp, elbisesini dolabından seçerek oynamış hissiyatı veren kötü karakteri Samuel L. Jackson kadar karizmatik değil. Dolayısıyla kanlı canlı insan evladından kıyma yapan makine bile ondan rol çalabiliyor. Öte yandan hikâyenin Ada coğrafyası dahilinde de sorgulanmaya müsait pek çok faktör olmasına rağmen, ünlü kaynayan Amerikan ayağı tamamen dağınık bırakılmış. Trumpvari başkanı, halkı iyileştirmek yerine beter olsunlar diye sırtını dönüyor ya, işte Kingsman: The Golden Circle’da da aynı anlayış hakim. Salozluğunun mizahi bir düzlem üzerinden değil de, klasik casus bir filmiymiş gibi eleştirilmesi sırf bu sebepten. Taron Egerton’ı dünyaya kazandırdığı için de pek müteşekkir olduğumuz Britanyalı franchise‘ın ikinci serüvendeki asıl yıldızını da konuşmadan kapamayayım… Aklınızdan afişe adını yazdırmış bir ünlü geçiriyorsanız yanılıyorsunuz. Pusun, yağmurun ana vatanında müzik tarihine adını altın harflerle yazdırmış Elton John kendiyle dalga geçebildiği ve seyirciyi de hem ona hem de onunla gülmeye davet ettiği rolünde karşısındaki tüm üstatlardan rol çalıyor. Eğer tüm anlatıyı bir kenara bırakıp Sir Elton’ın başrolünde yer aldığı yarı parodi bir devam filmiyle geri dönmek isterlerse, varımı yoğumu bağışlamaya hazırım! Renkli tavus kuşu kostümü ve burun kırdığı yaldızlı topuklu ayakkabısıyla yılın akıllardan kolay kolay silinmeyecek mühim film manzaralarını imza atmış. Şimdi kulağımda yeni albümü Diamonds, Kingsman’i düşünüp düşünüp gülüyorum.
Fesat Mukayese: Kingsman: The Golden Circle > Spectre