Eleştiri
I, Tonya
David O. Russell’ın erken dönem işlerinin eline yeterli kaynak geçtiğinde evrildiği büyük ölçekli versiyonlarından (en azından Silver Linings Playbook’dan) zevk almasını bilip, Scorsese ve Schoonmaker ortaklığının en şatafatlı ürünlerine öykünerek bu anlatım tarzını 21. yüzyılın ikinci dekatına taşımış olmasını takdir ediyorum. Fakat önünü açtığı kolajdan hâllice, hızlı kurgulu, düştüğü denizde boğulan yapımların yarattığı kuru gürültüden de fena hâlde rahatsızım. Ne gariptir ki hem sosyal hem de teknik ahlakını benzer bulduğum The Big Sick isimli filmde de I, Tonya’yı şaha kaldırdığı iddia edilen Margot Robbie’nin ufak bir rolü vardı. Yapısal anlamda ortak noktasının çok olduğuna can-ı gönülden inandığım iki yapımın da DOR’un günümüze taşıdığı ve hatta Scorsese’nin bir öz referans heyecanıyla küllerinden doğurduğu The Wolf of Wall Street’deki teknik, gözümüzü boyayarak dikkati delik deşik senaryolarından başka bir yere çekemeyen bu iki filmin de oyuncağı olmuş. Doksanlı yıllarda rakibi Nancy Kerrigan’ın müsabaka öncesi bacağını kırdırmasıyla büyük bir skandala imza atarak popüler kültürün bir parçası hâline dönüşen buzun âsi ve taşralı prensesi Tonya Harding buradaki kahramanımız. Ve öyküsü o haldır haldır koşuşturmacanın tadına baktırıyor bir kez daha. Senarist Steven Rogers, muhattap olduğu kişilerin manipülasyonla ayakta durduğunun epey farkında. Dolayısıyla haklarında yapılan belgesellerde bile bambaşka perspektifler sunan kahramanlarına tekrara da başvurmayarak, yaşananları kendi bildikleri ya da uydurdukları gibi – artık nasıl adlandırırsanız – anlatabilmeleri için fırsat tanıyor. Cereyan eden olayın hırs çıkışlı olduğu düşünüldüğünde herkese spot ışıkları altında ayrı bir yer armağan etmek heyecan verici bir adım sayılabilir. Ama I, Tonya’da geminin kaptanlığını yapan Craig Gillespie sözlüye çıkmadan evvel tüm haftasonu çalışmış, Pazartesi günü hocanın karşısına çıktığında not kağıtlarını evde bırakmış balık hafızalı çocuklar kadar dağınık bir zihinle geçmiş kameranın arkasına. Harding’in evreni bir an olsun terk edilmiyor, gösterilen her detay neticede Kerrigan vakasını işaret ediyor olsa da bağlayıcı maddeden yoksun bir film var karşımızda. Bir adım öne çıkabilmek adına alınmış yöntemsel karar dahi I, Tonya’yı bir tama ulaşabilmek için yeterli kılmıyor. Çünkü herhangi bir karakterinin motivasyonlarını anlatmaktan aciz. Ne omzunda papağan, üzerinde şatafatlı bir kürk, burnunda oksijen tüpünün uzantılarıyla röpörtaj verme gayretindeki LaVona Golden; ne de hayatta olmak isteyip de beceremediği her şeyin hıncını fiziksel ve psikolojik yollardan en yakınlarına akseden Jeff Gillooly’nin neyi neden yaptığına dair tek bir ipucu yok. I, Tonya seyircisinden bu skandalı daha evvelden okumuş, silip süpürmüş olmasını arzu ediyor. Biraz film kültürünüz varsa siz bu anneyi tanırsınız, bu kızı bilirsiniz diye diretiyor. Utanmazlıklarına son olarak domestik şiddeti bir komedi malzemesi olarak kullanmayı da ekliyor. Tüm bunlar yetmezmiş gibi Margot Robbie’nin iki sahne dışında parlayamadığı kötü oyununu bütçenin kurbanı olmuş makyaj hileleriyle 40 yıla yığmış; Allison Janney gibi usta bir aktrisin rüyasında oynayacağı LaVona’yı gelmiş geçmiş en dişli annelerden biri olabilecek iken aman işte birazcık abart gibi uyduruk bir direktifle sahnenin ortasına yollamışlar. Kabul, her film büyük bütçelerle buluşamıyor stüdyo sistemi sağolsun. Fakat biraz da boyumuzun ölçüsünü bilmek lazım galiba. I, Tonya ucuz olmak istediği için ucuz değil çünkü, ulaşamayacağı noktalara uzandığı için ucuz gözüken bir film. Yarattığı uğultuyu zihnimden silebilmek ve elde edeceği Oscar adaylıklarını sindirebilmek için, izninizle biraz zamana ihtiyacım olacak.
Fesat Mukayese: American Hustle > I, Tonya