Eleştiri
The Disaster Artist
Son beş senede 9-10 filmin yönetmenlik koltuğuna oturarak sinema konusunda ne kadar istekli olduğunu gösteren James Franco’yu sanıyorum uzun bir aradan sonra ilk kez ciddiye aldı sektör The Disaster Artist ile. Tüm zamanların en kötü filmi olarak kabul edilmiş The Room’un yapım sürecini anlatmasını da bir hayli mantıklı buluyorum bu yüzden. Çünkü canlandırdığı Tommy Wiseau da tıpkı Franco gibi büyük bir hevesle, Oscar’a bile gözünü dikerek piyasaya sunmuş 2003 tarihli çöp klasiğini. Yaşını gizleyen, gerçek adını paylaşmayan, nereli olduğuyla ilgili bile yalan söyleyen Wiseau epey enteresan bir karakter. Karakter demek bile yanlış aslında. Yaşayan, nefes alan bir karikatür gibi düşünmek lazım. Dolayısıyla Franco’nun mecburen taklite kaçan performansı ve karakter gelişimine dair pek bir diyeceği olmayan senaryo sağolsun, komedi filminden hâllice bir macerada ona eşlik ediyoruz izleyici olarak. The Disaster Artist, Seth Rogen ve Judd Apatow’un kanatları altında pişen, arı gibi çalışkan aktörün kariyerinde açtığı yeni sayfanın ilk meyvesi aslına bakarsanız. Belli ki endüstrinin belli belirsiz, Oscar sunuculuğunu yaptığı seneden sonra çılgınlıklarına tahammül edemediği Franco taze bir başlangıç arayışında. Ve Wiseau ile birbirinin negatifi evrenlerde kesişen kaderleri dikkata değer bir tablo oluşturuyor. Fakat, Amerikan rüyasının kodu bozulmuş bir versiyonuna oyuncu olma/film yapma hevesiyle kanca atan Wiseau’yu anlamaya pek vakit ayırmamış The Disaster Artist. Seyircisinden onu olduğu gibi kabullenmesini istiyor. Bu gizemli adamın biyografisini öğrenmek gibi bir hevesimiz yok; ama iki uçta gidip gelen reaksiyonlarını anlamlandırmak ve karakterinin motivasyonlarıyla ilgili olarak bizi biraz olsun aydınlatmasını çok ihtiyaç duydum. Ki anlatımdaki buna benzer bir tercih Franco’nun oyununu da imitasyon olmaktan öte bir yere taşıyabilirdi böylece. Tanınmayan fırsatları ve tamamen izleyiciye bırakılan kim, neden, niçin sorularıyla yarı ciddi bir mockumentary olarak kalmış. Ellerindeki tekst Wiseau’nun posasını çıkarana kadar tüm garipliklerini kullanıyor. Ondan arta kalan zamanlarda da belki bir perspektif getirir, hikâyeye anlam kazandırır diye gözünün içine baktığımız Dave Franco’yu (Wiseau’nun film yapma serüvenindeki biricik arkadaşı Greg) bile gereksiz birkaç anekdotla (Bryan Cranston’la karşılaşma, annesinin 15 saniyelik rolü) geçiştirip filmi iyice boğuyor. Ağzımdaki acı tat kısa yoldan şana şöhrete kavuşmak isteyenlerle ilgili deneyim edilebilecek pek çok başlık varken The Disaster Artist’in tek bir damara oynayarak, cetvelle çizilmiş yolunu takip etmesinden kaynaklı. Buradan bakınca da iki saat boyunca Seth Rogen’ı bir sandalyaye oturup o enteresan kahkahasını atsa aynı reaksiyonu mu verirdik diye düşündürüyor. Ha ama şu bir gerçek, Franco’nun en derli toplu didinmesi olmuş bu. Belli ki üretim sürecinin farklı aşamalarıyla ilgilenirken her şeyden evvel bir aktör olduğunu hatırlamış. Bu performansını sezonu fazlaca takip ettiğim, Wiseau’yu orada burada konuşurken izleyerek hakkındaki her gereksiz detayı öğrendiğim için yeteri kadar ilgi çekici bulmasam da 127 Hours’dan bu yana önümüze karnımızı doyuracak bir malzeme sunmayan Franco’yu tekrardan kucaklamaya hazırız.
Fesat Mukayese: Nine > The Disaster Artist