Eleştiri
I Am Not a Witch
Her bakımdan istenileni veren tam anlamıyla eksiksiz bir sosyal eleştirinin, kadın hareketini de hak ettiği sesle buluşturan, dokunduğu her meselede çılgınca yetkin bir örneğini izleyip de kamera arkasında kim varmış diye baktığınızda o koltuğa uzun metraj için ilk kez oturmuş bir vizyoner görmeyi beklemiyor insan elbette. Rungano Nyoni’nin kadın olmasıyla ilgili beni şaşırtan bir şey yok. Durduğu noktadan böylesine geniş açılı bir perspektifle sadece kendi bulunduğu coğrafyanın değil, evrensel aşağılıklarımızı en ince ayrıntısına kadar kağıda, oradan da perdeye dökecek birinin kadın olmama ihtimali yoktu zaten. Ama ne istediğini bu kadar bilen bir yönetmen görmek, ilk filmindeki kudreti hesap edildiğinde bir sonraki uzun metrajlısı için korkuyla karışık müthiş bir beklenti içerisine sokuyor izleyicisini. I Am Not a Witch, “cadı” kavramının yasalarda bile hâlâ bir karşılık bulabildiği Zambiya semalarından yükselip başını arşa değdirmiş koca bir gülle. Örgütlü mizojininin kırsala iz bırakan bu formunda, toplumun kendilerine biçtiği rolleri istemli ya da istemsiz bir şekilde reddeden kadınların sürgünü var. Küçük bir erkek çocuğuna benzeyen, adı sanı olmadığı gibi başında bekleyen bir eril birey tarafından sahiplenilmemesi sebebiyle kafasız cemaati tarafından direkt hedef hâline getirilen Shula ile başlıyor her şey. Uçmasınlar diye beyaz kuşaklarla sapanlara bağlanmış kadınların turistler için bir atraksiyon noktasına dönüştürülmesi, babası / kocası olanların rengarenk peruklar ve şıkır şıkır giysilerle hayatına devam etmesi, bu kadınlarla akrabalık bağı bulunanlardan eş arayışındakilerin aynı ithamlarla suçlanmaması bir tesadüf değil. Hepsi I Am Not a Witch’in metafor bile sayılmayacak, düpedüz doğrulardan beslenen eleştirel yaklaşımında büyük rol oynuyor. Nyoni’nin asıl marifeti ise toplumsal sillelerini savururken kendini ciddiye alıp rol kesmemesinde saklı. Adı konmasa da yaygınlığından bir şey kaybetmeyen kadın düşmanlığının hafife alınmaması gereken ve aynı toprak parçası üzerinde yaşayan cinsiyet fark etmeksizin herkesi kapsama alanına kıstırmış bir problem olduğunun bilinciyle biraz hiciv egzersizi yapıyor. Önce kendi ülkesindeki politikacıların evine ateşler salıyor, sonra da kitlesel medyanın tepesine büyük abdestini bırakıyor. Deli saçması bir sirki andıran portresinde de en son yüzünü batıya dönüp elindeki tüm kurşunları gelişen, değişen, ama kendinden başkasının benzer özgürlüklere sahip olmasını istemediği gibi elindekinin de kıymetini bilmeyen milyonlara sıkıyor. Filmin üç parça gibi hissettiren mizansenler bütününde son kademeye geldiğimizde ise hikâyesini tekrardan kişiselleştirerek vatanına dönüş yapıyor. Muntazam ve absürt mizahi yaklaşımı da tam bu noktada ete kemiğe bürünüyor. Adını dünya koyduğumuz yarı açık tımarhanede insanoğlunun ikincilleştirdiği her şıkkı işaretleyebilecek bir lokasyondan saldırıya geçmesi mi, yoksa elindeki tüm koşullar lehine işlerken mübalağanın dozunu kaçırıp kendini yüksek görme ile azınlık anlatısı icra etmeyi birbirine karıştıranlara benzememesi mi beni bu kadar etkileyen henüz çözebilmiş değilim. Sadece bildiğim şu, çok da aşina olmadığımız ama acı benzerlikler sebebiyle anlamlandırabildiğimiz bir yerellikten en ince ayrıntısına kadar tasarlanmasına rağmen eforsuz hissettirmiş bir film çıkarmak herkesin harcı değil. Filmin bir parçası olan herkese, ama en çok da yönetmen/senarist Rungano Nyoni’ye alkış tutmak boynumun borcu.
Fesat Mukayese: I Am Not a Witch > #MeToo