Tembelin Günlüğü
Tembelin Günlüğü: Bir avazda…
2017 sinema yılını kapatmak için Phantom Thread beklemeye koyulmuşken büyük bir üşengeçlik örneği göstererek izleyip izleyip biriktirdiklerimi son bir gayretle ıkınıp çıkaracağım artık sistemimden. 100 kelime sınırlı son model Tembelin Günlüğü toplaşmamızda 4 konuk filmimiz var: Menashe, Professor Marston & the Wonder Women, Marshall ve Kong: Skull Island. Normal film yazılarımdan farklı olarak biraz daha saldırgan davranacağımı bildirerek hamlemi yapıyorum. Buyursunlar:
Bu yıl Netflix’de izlediğimiz One of Us isimli belgesel, New York’u mesken bellemiş Hasidikler’in yaşam biçimlerine dair korkutucu gerçekleri meydana çıkarmıştı zaten. Menashe, daha yumuşak ve içeriden bir gözle bakıyor muhafazakar Yahudiler’e. Çok yenilikçi söylemlere ihtiyaç duyan bir cemaat değil bu. Çünkü seslerini daha yeni yeni duyurmaya başladılar beyazperdede. Sanata ne kadar açık olduklarını dahi bilmiyoruz. Merkezinde eşini kaybetmiş bir babanın yer aldığı yapım, inanç üzerine birkaç sıradan kelam etse de asıl vurucu darbesini yetişkin olmakla ilgili gözlemlerine saklıyor. Yalnız renkli olmasına rağmen siyah beyaz hissettiren tekdüzeliği, dilini de törpülemiş azıcık. Bahsettiğim belgeselle karşılaştırınca kime inansak diye kalakalıyor insan. Çünkü Menashe, ait olduğu toplumu suçlayabilecek cesarete sahip değil.
[C+]
Bayılıyorum kadınlığı, kadın olmayı kutlayan filmlerin inanılmaz derecede yoğun bir hetero bakış açısıyla threesome fantazilerinden fazla uzaklaşamamasına. Wonder Woman isimli yersiz çizgi romanın yaratıcısı ile bu süreçte ona ilham olmuş iki kadını konu alıyor Professor Marston & the Wonder Women ve kameranın arkasında LGBT’yi temsil eden bir yönetmen olmasına rağmen küçük ereksiyonlara bel bağlamış aptal bir gişe filmini andırıyor. Rebecca Hall’un tutmayan aksanı, Bella Heathcote’un Gal Gadot’nun kapalı oyununu andıran tutukluğu… Kimya yok, mantık yok, diyalog yok, hele devamlılık hiç yok! Bir de yani cinsel devrime bu kadar meraklı iseniz, bunun iyisi çoktan Showtime ekranlarında Masters of Sex ile yapılmışken para kesen çizgi roman endüstrisinden nemalanmaya çalışan bu enkaza yüz vermek niye?
[C]
Sosyal belgesellerin kurgusal karşılığı bilhassa siyahilerin sinemasında artışı geçti. Yine kendi tarihlerinden önemli bir adalet temsilcisine, Thurgood Marshall‘a yer veren film için söyleyebileceğim tek bir iyi cümle yok. Bu kadar planlı, sahte ve uyduruk olmak 2017’nin sinemasına yakışmıyor. Hele ki “önemli” olduğunu hissettirebilme gayretindeki azınlık anlatılarında iyice yamayı andırıyor. Sorguladığı kavramlar ve değerlerle çelişenlerden bir diğeri kısacası. Biraz yerli popüler sinemamıza benzetiyorum ben siyahilerin gişeye göz kırpan bu biyografik atılımlarını. Saf bir duyguyla yola çıkılıyormuş gibi davranılsa da sadece yeşil banknot görmek istediğini çok belli ediyor. Ve hatta birazcık da altın sarısı ödüller, prestijli heykelcikler olsun. Zaten Hollywood dengelenmeye göz kırpmış, bu damara basalım da armut ağzımıza düşsün. Yok ya, yemezler!
[C-]
Kendi jenerasyonlarının en kötü oyuncuları olduğuna can-ı gönülden inandığım Brie Larson ve Tom Hiddleston’ı izlemek zorunda kalmışım, e bu hâlde Kong: Skull Island‘ı beğenmem mümkün mü? Uyarlandıkça yoran, yordukça bayağılaşan, bayağılaştıkça da esas değerini kaybeden King Kong efsanesinin bu yeni instalasyonunda mantık sınırlarını zorlayan çok şey yok ne yazık ki. Görsel efektin geldiği son nokta da pek güzel kullanılıyor. Ama allah aşkına, Vietnam Savaşı mı kaldı? Yani hakkında milyonlarca film çekilmiş, türlü alegorisi yapılmış, metaforlar boğazımıza kadar gelmiş, bunlar yetmemiş salt savaş öyküleri haricinde toplum üzerindeki yansımaları, pasifist düşünce, Nixon’un düşüşü derken türlü koluna girilmiş ve hâlâ Vietnam Savaşı dinliyoruz. Yeter. Vallahi yeter. Bir kez daha hep bir ağızdan: YETER!
[C-]