Dizi Eleştirisi
The Deuce (1. Sezon)
Yetmişlerin sonu, seksenlerin başında gerçekleşen ikinci dalga cinsel devrimin Manhattan sokaklarında ve porno endüstrisindeki yansımasını anlatma gayretinde bir HBO dizisi The Deuce. Neyse ki diğer kablolu kanallardan birkaç adım önde olan yayıncı kuruluş, cesurluğun sadece çıplak beden göstermek olmadığını fark ettiğinden dizi içeriği gereği bu libidosu yüksek kadrajları asimile edebilecek olsa da tüm dikkatini anlattığı insanlara veriyor. Kendimize bir örnek seçecek olursak, yeteneğiyle yer aldığı her projede seyirciyi büyülemeyi başarmış Maggie Gyllenhaal’a teslim edilen Candy, on sezonluk bir kablolu dizisine bedel bir varlık ve hakkında yeni bir şeyler öğrendiğimiz her seferinde daha fazlasına aç, ağzımıza çalınmış bir parmak balla terk ediyor bizi. Bu kadar ne yaptığının farkında, kendine adam akıllı bir yol haritası çizmiş storyboardlar arasında da dönüp dolaşıp James Franco’nun canlandırdığı ikizlere geliyorum. Pek de fena bir aktör olmadığını düşünmekle birlikte adının karıştığı olaylar ve The Disaster Artist denilen SNL skecinden bozma maskaralığı da göz önüne alınca en azından şu an nötr değilim artık kendisine karşı. Yalnız sanatı sanatçının foyaları henüz ortaya çıkmadığı için ondan ayrı değerlendirebildiğim bir dönemde izlemiş olmama rağmen, The Wire’ın arkasındaki efsane David Simon’ın imzasını taşıyan The Deuce’un tüm isimlerden bağımsız çok büyük bir problemi olduğunu düşünüyorum. Ne yazık ki yardımcı karakterlerin kişilikleri, hikâyeleri ve motivasyonları dizinin merkezine yerleştirdiği Martino ikizlerinden daha ilgi çekici. Ve inanın, yine isimlerden ayırarak değerlendirdiğimin altını çizerek, bu sorun sadece Franco’nun değil senaryonun da problemi. Ayrıntıya verdiği değeri genel bir iskeletin etrafına çevreleyemeyişi, bence hikâye anlatma sanatı adına dikkat çekici bir tercih. Dolayısıyla benimsediği rotaya sözüm yok. Yalnız The Deuce ister istemez kendine bir ağırlık noktası bulmaya çalışıyor ve Simon’ın önderliğindeki senarist ekip de dikkatleri sürekli tek bir noktaya çekiyor. Kaldı ki, düşünürseniz dizide herkesin uzaktan yakından bağlantısının olduğu tek karakter de bu. Peki nasıl oluyor da, Martinolar’ı filmin tüm kadınlarından, jigololarından, polisinden, film endüstrisinden uzaklaştırdığınızda The Deuce değişmiyor? Bir düşünün, aynı ritmi koruyamaması için bir sebep var mı? Ya da geldiği son noktada bırakılsa, geriye dönüp devamını merak ettiğini söyleyecek birileri? Ben seyir boyunca bir tek bu soruya odaklandığımdan olsa gerek, The Deuce’dan istediğim tadı alamadım. Ama tabii aklımda düştüğü bataktan kurtulmak, çıkmazlarla dolu hayatında bir kestirme yolu bulup gün yüzü görmek isteyen Candy’e olan hayranlığım sabit. Daha doğrusu bu karakteri yaşayan, yaşatan ve herhangi bir diyalogu olmadığı anlarda bile fiziksel oyunuyla yücelten Maggie Gyllenhaal için yaşıyorum. Şimdi tek hedefimiz Emmyler, ileri!
MVP: Maggie Gyllenhaal (Candy)
Serhan
16 Mart 2018 at 14:05
Samimi bir sorum olacak Umur:
Bu kadar filmi ve diziyi izleyecek vakti nerden buluyorsun? Dizileri soyle bir goz gezdirip mi yorumluyorsun yoksa gercekten her bolumu izledikten sonra mi?
Umur
16 Mart 2018 at 14:10
Buna verebileceğim tek cevap var: Planlı programlı film/dizi izliyorum. Bilgisayar ya da TV başına geçip “Şimdi ne izlesem?” diye vakit harcadığım hiç olmuyor. Bir de bu hayatım boyunca uykuyla pek aramın olmamasından kaynaklı. Eve gelip filmler ve diziler için mesai yapabildiğim saatler benim gibi 8 saat çalışan, belli bir sosyal hayatı olan arkadaşlarıma oranla daha fazla.
Göz gezdirme işini beceremiyorum yalnız. Dizilerde asla yapamıyorum zaten ama bazen tahammül edemediğim filmlerde denesem de olmuyor. Böyle canını çıkarmak için tüm ayrıntılarını görmek istiyorum 🙂