Dizi Eleştirisi
The Good Place (2. Sezon)
Oscar dönemi tamamlandığına göre, filmlerden daha çok sevdiğim dizi yazılarıma rötarlı da olsa geri dönme hakkına erişmiş oluyor muyum? İzninizle geçtiğimiz Ekim ayından beri koruduğum suskunluğumu bozmak ve beş aylık istirahatimde sezon finalini gerçekleştirmiş diziler hakkında çene çalmak istiyorum. Söze de önce iyi bir yıl geçirmiş yapımlarla başlamak istedim. İlk durağımız The Good Place! Parks and Recreation ekibinin görevlerini tamamlayıp dört bir yana saçılmasının ardından programın yaratıcısı Michael Schur’un NBC ile bir kez daha el sıkışmasına sebep olan bu dizi, gelecek vaat eden pilot bölümü ve twist ile can yakan finalinin üstüne her detayı dikkatlice düşünülmüş çok özel bir sezon daha sundu önümüze. Söz konusu TV olduğunda, senaryoya “zeki” damgasını basmaya bu işle ilgili herkes çok meyilli biliyorum. Fakat Schur’un sihirli değneği ile dokunduğu, beyaz ekranın tarihine geçmenin kıyısındaki yeni projesi (ya da oyuncağı mı demeliyim emin değilim) bu etiketi fazlasıyla hak ediyor. Karakterlerinin tüm güçlü ve zayıf yönlerini göstererek seyirciyle iletişim kurmasına izin verdi önce. Zaafları en büyük olan, değişimi şaibeli Eleanor Shellstrop’un kendiyle çeliştiği anlara bile göz yumduk. Bitmeyen etik sohbetlerini, The Good Place’in kendi içerisinde kurduğu jargonla pekiştirmesine de izin verdik. Ama bu alttan alma sürecinde büyük bir alışkanlığa dönüşmüş meğerse, cennetten bozma cehennemim kafadarları bizim için. Geçtiğimiz sezonun sonunda attığı virgülü olduğu yerden alıp devam ettiğimizde bir komedi dizisi olmasına ve tüm konsept acı çeken günahkarlar gibi deli saçması, çocuk hayaliyle inanç piyesi kalibresinde bulunmasına rağmen ana karakterlerini ister istemez tuttuğumuzu, hatta onların refaha kavuşabilmesi için işlerin iyi gitmesini beklediğimizi fark ettim. Dolayısıyla büyük kovalamacadan fersah fersah uzak, dörtte üçü yerleşmiş mizahı sayesinde ayakta duran bir dizinin neredeyse yan hikâye denilebilecek (abartıyorum biraz farkındayım) bir katarsis üzerinden prim yapabilmesine hayranım. Bunun haricinde sezonun başına belli belirsiz yerleştirilmiş gimmick ekonomili epizotların birer Emmy çığlığı gibi durmaması da dizinin türlü gariplik denizlerinde yüzmesiyle alakalı olsa gerek. Öyle bir noktaya geldik ki, kopamadığımız Eleanor – Chidi – Tahani – Jason dörtlüsünün durmadan yeni eziyetlere tabi tutulduğu ve hep başarısızlıkla sonuçlanan o hızlı kurgulu bölümü bile bir gösteriş gemisi ya da ödül sezonu vitrini olarak algılamıyoruz. Hayranlığım büyük. Schur’un Parks and Creation’da da mübalağadan beslenen, ucubeliğin sınırındaki karakterlerden bir çelenk yapıp hepsini normal birer bireymiş gibi yutturmasını kayda değer bir başarı olarak görmüştüm. Ama burada o hesabın kitabın da önüne geçiyor. Henüz içerisinde Amy Poehler’ın bünyesinde bulunduğu bir komediden daha iyi olduğunu iddia edecek kadar gözüm kör olmadı. Fakat The Good Place’in iyi giden bir sitcom’un devam ettirebilme çabasıyla kıyas ettiğimizde konsept bölümleri bile çok önceden tasarlanılmış hissi verdiği için daha profesyonelce ve iyi yazılmış bulmamak imkansız.
MVP: Manny Jacinto (Jason Mendoza)