Dizi Eleştirisi
The Crown (2. Sezon)
Rötarlı yazının da böylesi görülmemiştir herhâlde. Ama ahdım olsun, tamamladığım her dizi sezonu hakkında bir şeyler karalayacağım. Hem hazır Vanessa Kirby de BAFTA’dan ödül almış, bundan iyi bir zamanlama olabilir mi? Kafayı kraliyet ailesiyle bozan Peter Morgan’ın yaratımı, Stephen Daldry destekli Netflix projesi The Crown, başarıdan başarıya koşmaya devam ediyor. İki sezonda bir kadrosu ve geçtiği zaman aralığı değişecek, neredeyse antolojik yapımın önümüzdeki kış seyredeceğimiz yeni bölümlerinde Olivia Colman ve Helena Bonham Carter’ın olacağını düşündükçe etlerimiz titreyedursun, biz Claire Foy ve Matt Smith’e veda ettiğimiz ikinci sezonu konuşacağız. Bu sefer Elizabeth ve Philip’in ilişkisinin çalkantılara uğradığı, monarşinin yavaştan değerini kaybettiği, meydanın Margaret üretimi skandallara kaldığı ellili yılların sonundan start alıyor öykü. Araya giren zaman ve mesafelerin Buckingham ahalisindeki neredeyse her bağa temas ettiği bir aralık bu. Ve açıkçası tarih açısından da çok hareketli gözükmemesine rağmen, tahrip edici savaşların arkasında bıraktığı enkazdan uzaklaşan Avrupa için de bir toparlanma, yeni düzene asimile olma süreci. Dolayısıyla mübadelelerin hepsi köşeli ve bu da etli bir drama olması sebebiyle kadroya hünerlerini sergileyecek bolca hareket alanı bırakıyor. Bilhassa geminin kaptanı, veda ettiğimize üzülsem de tanıştırıldığımız için bir o kadar müteşekkir olduğum Claire Foy’un bulunduğu odadaki tüm oksijeni emen, spot ışıklarına yön veren oyunu tek başına parantez açmayı hak ediyor. Ondan arta kalan zamanlarda da, bu sezon eline geçen hikâyeyi fırsata çeviren Vanessa Kirby, Prenses Margaret’ı geçmişte hafife almış olmamızın bedelini ödetiyor. Bu noktada The Crown’ın kurguda Kraliçe’nin perspektifinden epeyce yararlanıyor olmasını fazlaca yararlı bulduğumu da eklemem gerek. Saray çalışanları, birkaç devlet büyüğü ve ailesiyle sınırlanan çevresinde her ikili temasın ne tür motivasyonlardan beslendiğini berraklaştırıyor bu tutum. Ve yargılayıcı değil de açıklayıcı olarak etiketlendirilebilecek bir üslup bu üstelik. Havaya konfetiler fırlatmadan The Crown’ı daha ne kadar övebilirim bilmiyorum. Anglosakson bir monarşi budalası portresi de çizmek istemiyorum. Aksine burada hayranlık duyduğum her şey hikâye anlatma ustalığıyla ve televizyonun altın çağıyla alakalı. Netflix’in giderek kalitesini düşüren orijinal içeriklerini affetmemize yetecek, dört başı mamur bir dönem draması. Unutmadan geçen sene Kraliçe’nin Churchill’i azarladığı ikonik sahneden boşalan koltuğu, bu sefer radyo başında kocasını dinleyen Elizabeth ile doldurduklarını da ekleyeyim. Alkışlar Peter Morgan’a!
MVP: Claire Foy (Queen Elizabeth II)