Eleştiri
Ahlat Ağacı
Nuri Bilge Ceylan’ın kariyerinin son aşamasındaki üç saatlik epiklere biçim olarak benzese de içeriği ile ilk dönem işlerini hatırlatan Ahlat Ağacı, sevmelere doyamadığımız yönetmen/senaristin babası ve genel olarak baba figürleriyle olan hesaplaşmasını tamamladığı projesi denebilir. Gerçi bu kolay kolay kapanacak bir hesaba benzemiyor ya neyse. Yalnız şu bir gerçek; kalemini sallarken daha hoyrat davrandığı adamı, belki de kendi evladı büyüdükçe hayatın ona bir ebeveyn olarak biçtiği roldendir bilinmez, daha iyi tanıyor ve yargılamayı bir kenara bırakıp her hâliyle kucaklamayı öğrenmiş. Anneden taraf, yazarlık hayaliyle yanıp tutuşan, küçük şehrin gelecek vaat eden öğretmen adayı rolündeki, babasına duyduğu öfke sebebiyle kendi hayallerinin peşinde koşarken bulunduğu eylemlerin bile onu babasının bir kopyasına dönüştürdüğünden bihaber Doğu Demirkol, her açıdan mini bir Nuri Bilge Ceylan bu filmde. Ne Bir Zamanlar Anadolu’da, ne de Kış Uykusu’nda rastlamadığımız NBC yansıması burada sadece tek bir karakterde değil, imamda, esas oğlanın yolunun kesiştiği kırsalın edebiyatçısında ve daha birçok çehrede hissediliyor. Yerli sinemacılarımız arasında denginin olmadığını düşündüğüm bir yönetmen olarak kendi belirgin perspektifi ve perdede yarattığı görsel ahlakın haricinde bu sefer senarist kimliğiyle de ağırlığını fazlasıyla koymuş, ki bu noktada Ahlat Ağacı epeyce kan kaybediyor. Karakterlerine biçtiği özgeçmişlerle ağızlarını açtıklarında varlığını hissettirdikleri kaygıları, kızgınlıkları ve sualleri arasında ciddi bir uyuşmazlık mevcut. Nuri Bilge, “gerçek” insanlarını birer kuklaya dönüştürmüş bu sefer. İçlerine elini sokup eliyle ağızlarını oynatıyor. Ve her sözcük, o karakteri canlandıran oyuncunun ağzından dökülüyor gibi dursa da gözlerinin içinde ödüllerini yalnız ülkesini adayan Cannes fatihini görüyoruz. İyiden iyiye diyaloglara sırtını dayayan sinemasında ilk kez bu denli, daha doğrusu en azından satır aralarında, politik bir örneğe rastladık, orası kesin. Fakat basitçe bir büyüme öyküsü olarak tanımlanabilecek Ahlat Ağacı’nda araya serpiştirmeyi uygun gördüğü entelektüel tartışmaların (bkz. yirmi dakikayı bulan imam zirvesi, köprüdeki yazarlar çatışması) kontekst içerisinde bir değeri, bağlanabildiği bir yer yok. Ve bence bu mini münazaralar bile uzadıkça kim aynı soruları eş anlamlı kelimelerle tekrar tekrar sorabilir yarışına dönüşüyor. Filmin aldığı “roman gibi” yorumlarına da saldırmak istememekle birlikte darbe sonrası Türkiye edebiyatının yarı zamanlı öğretmen, yarı zamanlı şair ana karakterli sayısız örneğinden hâllice lügatının böyle bir övgüye layık olduğuna da inanmıyorum. Üstelik eril küfürlerden orasına burasına ziynet yapan ve hatta kapanışa doğru gelen “Siz kadınlar, hepiniz aynısınız.” başlangıçlı, basiretsizliği ima eden rantını da hep ülke sinemasının kat kat üstünde olarak gördüğüm bir anlatıcı için geri adım olarak kabul ediyorum. Murat Cemcir’in şaşırtan, Doğu Demirkol’un müthiş bir keşif olarak kabul edilebileceği performansları haricinde bana ardında tek bir cümle bırakamamış Ahlat Ağacı’na ve en önemlisi Nuri Bilge Ceylan’a kızgınım. Ve daha kurgudaki devamlılık hatalarına, ses – görüntü uyuşmazlığına ve nice aceleye getirilmiş sahneye gelemedim. Belki benim de varlığını unuttuğu birkaç değerli eşyasını satmaya, sonra dönüp dolaşıp kürkçü dükkanına gitmeye ihtiyacım vardır. Yoksa babasının – ve babaların – hoyratlığından dem vururken bir sinemacı olarak bu dağınık, çoğu zaman organik bir bağ kuramayan epizotlarla dolu üç saatlik epiğini de mi bakın bende artık aynı umursamazlıkla film yazıp, kurguluyorum diye üretti yoksa? Neyse ne. Bu düşünme egzersizi için bile teşekkür edecek kadar çok seviyorum Nuri Bilge Ceylan’ı. Bakın, bakın filmin Sinan’ı gibi unutkanlaşıyorum ben de. Babam böyle film pasta yapmayı nereden öğrendi? Ama tabii bu defa pastanın kekini yakmasaydı, iyiydi.
Fesat Mukayese: The Tree of Life > Ahlat Ağacı (d’uh!)
Metin
2 Haziran 2018 at 14:49
Ben bu filmi yapmadan evvel Nuri Bilge Ceylan’ın aklında aslında Reha Erdem’in “Beş Vakit” filmi olduğunu düşünüyorum. Reha Erdem giderek görüntüye yaslanırken baba-oğul çekişmesini ne yazık ki Ceylan daha fazla konuşarak anlatmayı tercih etmiş. Sonuçta ben kırsaldaki baba-oğul çatışması için “Beş Vakit”i çok daha yetkin buluyorum. Bir Reşat Nuri Güntekin romanına benzeyen Ahlat Ağacı’nın o aşırı didaktik havası ise (bu arada öğretmenlik mesleği de pek ilginç değil mi bu didaktiklikte?) pek sevmediğim bir şey.
Umur
2 Haziran 2018 at 15:28
Fesat Mukayese kısmına “Yaprak Dökümü” kondurmak istedim aslında Metin, aynı şeyleri düşünüyoruz. Yalnız Reha Erdem’in sinemasıyla yıldızım hiç barışmadı. O kısma pek bir şey diyemeyeceğim 🙂
Metin
2 Haziran 2018 at 18:54
Reha Erdem’e neden ısınamadığını çözemiyorum aslında. Elbette zevk meselesi ama Kozmos bence Türk sinemasının en iyilerinden (hatta onlum şöyle: Vesikalı Yarim, Kozmos, Anayurt Oteli, Aaahh Belinda, Hayallerim Aşım ve Sen, Teyzem, Kuyu, Selvi Boylum al Yazmalım, Sultan, İki Dil Bir Bavul)
Kozmos, Beş Vakit, Koca Dünya’yı başka gözle mi izlesen acaba? İnsan-doğa ilişkisi üzerinden batlı masallara öykünerek resim diliyle anlatırken ben büyüleniyorum. Daha konvansiyonel bir sinema dili istersen de Kaç Para Kaç ve Korkuyorum Anne filmlerini sevebilirsin.
Ekin Berk Çelik
21 Kasım 2018 at 22:18
Hocam basarilarinizin devamı gelsin
Gerekli
4 Mayıs 2019 at 13:04
Podcastinizi Nuri Bilge’nin Youtube kanalında dinledim. Ve gerçekten çok beğendim değindiğiniz noktalar harikulade. Fakat söylemem gerekir ki, sizin Ahlat Ağacı’nı yorumlarken bahsettiğiniz, filmi ana karakterden bağımsız değerlendirebilme yetiniz gibi ben de sizin podcastinizi üslübunuz ve gereksiz İngilizce kullanımınızı gözardı ederek dinlemek durumunda kalarak beğendim. Nuri Bilge’nin de yorumlarınızın içeriğine odaklanıp, özellikle diyaloglardaki yapaylık ve entellektüel zorlama konularında yaptığınız eleştirilere kulak verdiğine inanmak istiyorum. Bence sizin kaydınızı boşuna paylaşmış olamaz ve yaptınız eleştiriler yerine ulaşmış görünüyor. Bir dahaki filmine etki etmiş olabileceğinizi düşünmek bile keyifli. Youtube’da kaydınız altındaki yorumların da çok çiğ olduğunu ama siz nasıl bazı filmleri 5 dk izleyip kapatıyorsanız insanların da buna hakkı olduğunu düşünüyorum. Yorumlarınızı bundan sonra elimden geldiği kadar takip etmeye çalışacağım. Nasıl yönetmenlerin tümü herkese hitap etme çabasında değilse, siz de elbette herkes tarafından dinlenebilir olmak zorunda değilsiniz. Türkçe’yi istediğiniz takdirde çok iyi kullanabildiğiniz yazılarınızdan görülebilmekte. Yayınınız için teşekkür ediyor, çalışmalarınızın devamını filiyorum.
Umur
4 Mayıs 2019 at 16:30
Çok teşekkür ederim öncelikle. Bu konuda yapılan uyarıları dikkate alıyorum uzun bir süredir ve elimde olmadan kullandığım İngilizce kelimelerden uzak durmaya çalışıyorum podcastlerimizde. Böyle yapıcı bir yorum görmek de açıkçası mutlu etti beni 🙂 Sizin de söylediğiniz gibi çok daha çiğ karşılıklar aldık epeyce. Ama bir arkadaş sohbeti kıvamındaki sansürsüz kayıtı internetin orta yerine bırakınca da gelecek her türlü reaksiyonu göze almak lazım. O yüzden çok çemkirmiyorum. Son olarak hoşgeldiniz diyeyim. Umuyorum size hitap edecek bir şeylere denk gelirsiniz blog içerisinde.