Eleştiri
First Reformed
Yüz kilometre uzaktan “bana göre” olmadığını kavramama aldırış etmeyerek başına oturduğum First Reformed, hedef seyircisinin oturduğu yerden kafa sallamayı sevdiği dünyevi problemlerle dolu açık büfe ürünü bir karides kokteyl tabağını andırıyor. Hem göz, hem de mide doyurucu fakat fazlası istifra ettiren jumbo böcekler misali kararında bırakılmadığı için de tabir-i caizse “müsrif”. Paul Schrader’ın alışık olduğumuz dağınık bırak seyirci toparlasın formülüyle nefes alacak yer bırakmadığı fikir karuselinde turist tuzağı olarak kategorize edilebilecek bir kilisede açıyoruz gözlerimizi. Devamında yeniden dirilmeye muhtaç, ikiyüzlülüğe din kisvesi altında tahammüllü birkaç karakteri ile çevreci yaklaşımla Hıristiyanlığı karbon saçan zehirli bir nehire benzeten çığırtkanlığını buluşturuyor Schrader. Ve auteur kavramının çağdaş tarifinde boşaldığın peçeteyi bir rozetmiş gibi yakaya takmak, kusurlu adam ya da toplum portreleri çizerken yazarın/yönetmenin egosuyla verdiği savaşı kasıtlı bir ruhsal bozukluk nöbetiymişçesine çözeltiye dahil etmek birincil ilke olduğundan tüm içgüdülerini serbest bırakıyor. Bu dizginlerini parçalamış atın da bitiş noktası belli: Sınırsız histeri. Şok etkisi üzerine kurulu andavallığında varsın bu yavaş yavaş yanan, yavaş yavaş da yakan egzersiz, hayal kırıklığını mazot olarak kullanılmış dinsel teğet koleksiyonunun son üyesi mother’a (Aronofsky) cevap vermek yerine soru sormayı öğretsin diyorum. Fakat avuçlarını sımsıkı sıkmış, tırnaklarıyla derisini parçalıyor First Reformed. Bir film olarak kendini kurtarmaya mecali yokken ana karakterinin halaskârı olmaya soyunuyor. Ve burada da kokteyl tabağı benzetmesinden daha da hadsiz bir yere doğru yelken açmaya başlıyorum… İyi niyetli soluk değerlendirmelerinin temelinde tanrısal ve insan kaynaklı cehaletin, ahlaksızlığın, kendini bilmezliğin kaotik gözlemi var. Peki ya parmak bastığı noktada büyük riyâkarlığımızın salt beklenmedik mizansen yaratmakla sınırlandırılmasının akrebe dil uzatan, yılana kabasını dönen realite şovlardan farkı ne? Hayır ikisinin de çıkış noktası biz ettik biz bulduk, geri zekâlılığımızın kendimizle baş başa kalamamaktan başka bir açıklaması yok hesaplaşması ile sabit. Ama bir taraftan şunu da biliyorum, benim kişisel sinema yolculuğumda bu zemini kaygan, kağıtla meditasyon yapan metinlerin hiçbir zaman yeri olmadı. Rahatlamak, daha iyi bir insan olabilmek adına şiddet eylemini seyircisi üzerinde gerçekleştiren sinemacıların lisanına aldırış edemiyorum. Bana sorsanız adını geçirdiği eko terörizmden bir farkı yok bunun da. Sevene de sevmeyene de karşılıklı doğal seleksiyon rutini. İyisi mi intihar yeleğiyle kıyamet peygamberliği yapan filmin sesine kulaklarımı tıkayayım ben. Öz varlığımı zulmetmek istediğimde en azından titiz bir biçimde finalindeki ani tutuma işaret eden oyunbazlığını takdir ederim umuduyla başına oturacağım gün gelir belki. Dikenli telleriyle aşındıracağı bedenlere de benden selam olsun. Sahi, aklıma geldi bak… Johnny Knoxville beyefendi ne yapıyor şu sıralarda? Yok mu yeni bir Bad Grandpa? Bir Jimmy Kimmel röportajından daha fazlasını hak ediyoruz yani, lütfen.
Fesat Mukayese: Jackass > First Reformed