Eleştiri
A Prayer Before Dawn
Tek bir formüle sıkı sıkıya bağlanıp kalanını şansa bırakan konsept projelerin sayısı taleple doğru orantılı olarak artmaya devam ediyor. Artık anlatacak hikâyeler tükendiğinden midir bilinmez, biçimde gimmick ekonomisini kullanarak oynamaya giden filmlerin popülasyonu rahatsız edici rakamlara ulaştı. Billy Moore isimli boksörün anılarına dayanan ve Bangkok’taki akıllara zarar koşullara sahip Klong Prem Hapisanesi’nde geçirdiği yılları anlatan A Prayer Before Dawn da ham, üzerinde kalem oynatılmamış, kurgu numarası yapılmamış bir üslup ile Moore’un tutukluluk dönemini ekrana taşıyarak er meydanında sınavını veriyor. Ter, dayak, tekrardan ter, sterillikten uzak şartlar, yine ter, neredeyse homoerotik kader ortaklığı, biraz daha ter, sert zemin ve acımasız dehidratasyon hâline sebep olan “TER” sıralamasıyla dört duvar arasında olduğumuzu devamlı olarak hatırlatan bir film bu. Şiddete olan meyilini disiplinle yönlendirerek kendine bir kariyer inşa etmesini ve en acımasız habitatta bile çiçek gibi açmak için çaba sarf etmesini anlatırken sürekli tekerrüre başvurmasının ise gayet mantıklı bir açıklaması var: İlk beş dakikasında ifade ettiklerinin üzerine ekleyecek tek bir cümlesi yok A Prayer Before Dawn’ın. Dünyayı ana karakterine cehennem eden bir zaman aralığında, sadece etrafına değil kendine de zarar veren kırılgan erkek egosunun dokularını incelerken, aynı eziyeti seyircisine de uyguluyor. İşin acı tarafı, bu sağır eden kakafoninin finaline geldiğinizde genç Billy’nin sözde bir yere bağlanan kaderini içselleştirebileceğiniz, empati kurabileceğiniz bir cephe yaratamadığını da fark ediyorsunuz. Belgesel ile kurmaca arasındaki sınırları silikleştirme çabasını baltalayan tek bir mizansen yok, orası kesin. Hatta bu konudaki istikrarını takdir ettiğimi bile söyleyebilirim. Transfobinin kıyısından geçen dramatizasyonu da ait olduğu içerikle ele aldığında politik doğruculuk oklarıyla delik deşik edilemiyor. Ama yalınlaşarak büyümeye çalışırken, üzerindeki yükü bıraktıkça adileşiyor aslında A Prayer Before Dawn. Yönetmeni Jean-Stéphane Sauvaire’in dökülen kana, akan gözyaşına bir zaaf edindiği her karede kendini belli ediyor. Bu yeğinliği de kendi içerisinde rutinleştiren bir filme ne denebilir ki? “Rahatsız edici”, “izlemesi zor”, “herkese uygun değil” klişeliklerine başvurmayacağımdan eminim en azından. Ben daha çok “boş”, “bir kısa film formatına daha çok yakışır”, “kahrolsun Makyavelizm” diyebiliyorum ancak. Gözümüzün önünde büyüyen Joe Cole da ne acıdır ki, bu gösteriş budalalığını nötrleştirecek bir performans koyamamış ortaya. Halbuki tüm yanlışlarına rağmen filmi sırtlayan bir aktör sayesinde her şeyi affetmeye de razıydım. En azından cebime iyi bir oyun koyar, boşluğa bakarak tamamladığım iki saati daha iyi anardım. Şöyle de bir not düşeyim, yazıyı yazarken bu denizaşırı cehennem hakkındaki fikirlerimin düşündüğümden daha da negatif olduğunun farkına vardım. Şimdi bu farkındalıkla birlikte şiddet için şiddete yeni bir yorum getiremeyen yalnızlığına terk ediyorum izninizle. Oturduğu yerden “mış gibi” yapmaya devam edebilir, umrumda değil.
Fesat Mukayese: Beau Travail > A Prayer Before Dawn