Eleştiri
Hereditary
Yeni nesilin Exorcist’i olmaya aday Hereditary, iki majör sebep ile 2018’in kalbur üstü filmleri arasına adını yazdırmayı hak ediyor. Bunlardan ilki, hiç kuşkusuz uzun zamandır sinemalara uğramış en iyi korku filmi olması. Gerçek hayatın dehşet verici detaylarından minyatürler yapıp annesinin ölümü sonrası hayata tekrardan bağlanmaya çalışan Annie isimli ana karakterimiz bu acının üzerine bir de beklenmedik bir şekilde kızını, hem de diğer çocuğu yüzünden, kaybedince sonu ürpertici bir ruh çağırma seansına, tabir-i caizse şeytanla el sıkışmaya kadar uzanan yeni bir sayfa açıyor hayatında. Gözyaşı patlamaları, acının en saf hâline verilen realist formla içimize evin ahşap kokusunu çeke çeke “normal” olanın peşindeki ahaliyi izliyoruz. Ahali de kelli felli çekirdek aile ve içine düştüğü kalıtsal kuyularda merdivensiz bırakılan üyelerle dolu. Neredeyse seyircinin gözü diyebileceğimiz “baba” haricinde ürpertici karmaşanın anlatı modeli bu kurumun duvarlarını kırıp, içindeki termitleri salıyor üzerimize. Hereditary’i bu kadar konuşturan ikinci ve bir diğer önemli konu da başroldeki Toni Collette’in yerine alternatif üretemediğiniz muazzam performansı. 400 kelimeye indiğimden beri oyunculara pek yer ayıramıyor olsam da Collette’i anmadan yetenekli yönetmen/senarist Ari Aster’ın şaheserini konuşabilmek imkansız. Her şeyden evvel çok iyi yazılmış, acı çeken ve bu süreçte rasyonel olmak gibi bir arzusu olmadığından etrafına verdiği zararı göremeyen anne karakterinin metin üzerindeki hâli kusursuz. Ve Collette karakterin tüm kaygılarını, mutsuzluğunu, çığlıklarını iblislerle dolu evrene adım atayazarken en saf biçimiyle perdeye taşıyor. Katıksız ve kışkırtıcı trajedinin ardından sonunu göremediğimiz tüyler ürpertici kabusları duygusal psikolojik bütünlüğünüzü bozguna uğratacak derecede kuvvetli. Biraz da intikam alıyor esasında ebeveynlik müessesesinden Hereditary. Yapmacık korumacılığınızın arkasındaki bencilliklerinizi çıkarayım da biraz güvensizlikle boğuşun, dünya üzerindeki cehennemde alev alev yanın diyor. Azıcık Haneke’ye, azıcık da Bergman’a çalışıp gelmiş Ari Aster. Buz gibi odalarda titizlikle ailesini iki duvar arasına sıkıştırarak ezip parçalıyor. Saklı bir metafor yok, düpedüz kılıçlarını kuşanmış bir meydan okuma var. Şeytanı gizlendiği ayrıntıdan çıkarıp esas öyküsüne terfi ettirdiği andan itibaren de Tanrı kreasyonu insan evladının yoktan var ettiği hısımlık vaziyetiyle kafası kopmuş minyatürleri yan yana koyup dalgasını geçiyor. Zaten gidip mezarın öte tarafına uzanmaya çalışan anneye el emeği göz nuru sanat eserlerini parçalattırdığında anlıyoruz ki, bu an misler gibi kızarttığı ekmeğin üzerine yağ sürmesinin devasa bir temsili esasında. Şahit olduğum kötü kabusa hayranlığım büyük. Daha övülecek müzikler, Colette haricinde değinilmesi gereken bir adet Alex Wolff performansı da mevcut. Fakat malum film sohbetinin de kısası makbul, o yüzden susacağım. Janrın tüm örneklerinden kaçtığım yılları hatırlatıp, bir korku filmini doya doya sevdiğim noktaya gelişimi de bir ara toplaşıp kutlamamız lazım. Aman ha, unutturmayın!
Fesat Mukayese: Hereditary > The Exorcist