Eleştiri
First Match
Netflix filmlerinin arasında saklı hazine aramayı hobi edinmiş yegâne film takipçisi olarak işte geldim burdayım, ben bu işte ustayım! Orijinal içeriklerinin, eğer dizi değil ise, reklamını yapmaktan kaçınan streaming servisi şu aralar sosyal medyada belli bir kalitenin üzerinde üretim yapamadığı iddia edilerek eleştirilere maruz kalıyor olsa da benim bir şikayetim yok. Aksine yine bünyelerinden çıkmış bir işi pohpohlamak üzere karşınızdayım. Koruyucu aile sisteminde büyümüş genç bir kızı ana kahraman olarak seçmiş bir coming of age filmi olarak özetlenebilir kısaca First Match. Hapisten çıktığını tesadüfen öğrendiği babasıyla yolları kesiştikten sonra, hayatı boyunca ona yararı dokunmamış adamı bir çıkış yolu olarak görmesi ve uğruna güreş müsabakalarına katılmasıyla start alıyor her şey. Nispeten güvenli bir ev ortamına kavuşmuşken, başından sonu belli olan bir maceranın peşine takılması gençliğinden de öte asla yeri dolmayacak bir bağa tekrar kavuşmasıyla alakalı. Esas kızımız Monique, çelik gibi sinirleri ve hiçbir maskaralığa geçit vermeyen yapısına rağmen bu korumacı tavrı da hep en kötüyü, en dibi gördüğü için edinmiş. Dolayısıyla çok daha saf ve masum iken iyisiyle kötüsünü ayıramadığı babasına düpedüz teslim olması, o sert kabuğunu bir palto gibi asıp kenara bırakması hep tam anlamıyla yaşayamadığı çocukluğundan. Karşı koyamadığı kaderi onu mecburen böylesine dişli, güçlü bir kadın olmaya zorlamış. Böyle bir karakter yaratılınca da doğal olarak First Match tüm kırılma noktalarını Monique’in hayalleri üzerine kuruyor. Önce güreş takımına girmek, ilk müsabakasına babasını getirmek, olmayacağını bildiği bir gönül ilişkisine bel bağlamak ve ardından da gözünde boş yere kahramanlaştırdığı babasıyla yeni bir hayata başlayabilmek. Filmin hiçbir dönemecinde beklemediğimiz bir şey olmaması en büyük problemi ne yazık ki. Orada burada görüp cebinde biriktirdiği kelimelerle sınırlı değil tabii ki de içeriği. Fakat alışılmışın dışında bir sonuca bağlanmıyor asla. Buna rağmen kalbinizi kazanabilmesi de tamamen duygusal samimiyetiyle alakalı. İster istemez nemalandığı gözyaşı döktürme metotunda fazlasıyla başarılı. Çünkü öyküsünü ağdalı bir forma sokmak yerine olduğu gibi teslim ediyor. Bilhassa finaline sakladığı yüzleşme de diyalog anlamında oldukça ekonomik davranmasına rağmen, göğüs kafesinin üzerine doğru bir fil ağırlığı bırakacak kadar da yoğun bir acıyla tanıştırıyor. Bir şeylere kulp takacak olursak, Monique için uygun gördüğü gelecek, daha temiz ve ham hislerden beslenen film için biraz iyimser kaçmış. Kamera bile keskin manevralarla düşlere layık sıcak bir yuva ihtimalinin Monique için var olmadığını ima ederken direksiyonu tepetaklak eden bir istikbale kırmasını pek anlamlandıramadım. Tüm bunların haricinde bir de başrolde yer alan Elvire Emanuelle’i övmek gerek. Keşke siyahilere özel ödül gruplarının dışında da aday edildiğini görsek genç yeteneğin. Çünkü bir starın doğuşuna şahit mi oldum dedirtecek kadar iyi düşünülmüş bir performans var ortada. En nihayetinde döktürdüğü gözyaşları bile alkışı hak ediyor.
Fesat Mukayese: First Match > The Fighter