Eleştiri
Eighth Grade
Sundance her sene daha zayıf seçkilere sahip olmayı sürdürdüğü için eleştiriliyor olsa da illa ki senenin ikinci yarısında konuşulmaya devam eden birkaç film armağan ediyor izleyiciye. Bol bol tecavüz şakası yapmayı seven komedyen Bo Burnham’i ilk kez uzun metrajlı kurgusal bir film için kamera arkasına taşıyan Eighth Grade de bunlardan biri. Adından da anlaşılacağı üzere, bir geçiş dönemi muamelesi gösterebileceğimiz sekizinci sınıf üzerinden sessiz, asosyal ama bu özelliklerinden arınmaya çalışan ana karakteri Kayla’yı incelemeye alıyor Burnham. İçine kapanık kızımızın her türlü sosyal kazayı, aşağılayıcı deneyimi yaşadığı senede internet çağı sağolsun erken kavrulup kendi ayakları üzerinde durmaya hevesli olanların yarattığı çoğunluk, toplumun belirlediği “normal” kavramının eziciliği ile bariz bir savaş sahneleniyor esasında. Hepimizin yaşadığı diyemesek bile hepimizin tanık olduğu bir mücadele bu. O yüzden empatinin yeni yeni vücudumuza girdiği ve çocukluktan kalma imgelerle kendi belirsiz standartlarımız yüzünden acımasız olduğumuz bir zaman aralığının pek de dillendirilmemiş bir parçasına değinmesini ilgi çekici bulduğumu itiraf etmeliyim. Burada baba – kız arasındaki ilişkiden tutun, sosyal tereddütleri ve onay arayışı yüzünden kıyısından döndüğü tatsız bir araba arkası vakasına kadar ne kadar da “farkında” denilebilecek birkaç mizansen bile saymak mümkün. Fakat üzüntü veren ve Eighth Grade’i ucuzlaştıran kısım Kayla’ya bir koleksiyon parçası gibi davranılması. Burnham, esas kızımızın yüzleştiği 21. yüzyıla has tüm korkunç ergenlik sancılarını anlatırken ona acımamızı o kadar çok istiyor ki, bir noktadan sonra skeç üstüne skeç biçimine bürünen epizodik anlatımında ekranın bir köşesine geçip mendil açma ihtimali var mı diye düşünmeye başlıyoruz. Kayla’ya aşinayız, ama olağan güvensizliklerini birer teşhir ürününe dönüştürmesine evet diyecek kadar ahmak da değiliz. Kalbinde yersiz bir çarpıntıya sebep olan oğlanı tekno müzikle yakın çekimde servis etmesi, okulun popüler kızlarının ağzından dökülen “Artık kimse Facebook kullanmıyor.” gibi tüketimin ne kadar hızlı olduğunu belirten replikler ve Gucci ayrıntılı vlogların sosyal medyada olduğumuz değil olmak istediğimiz insanı resmettiğimize dair ufak göndermeler barındırıyor olması filmin bütünündeki farklı olmak için farklı estetiği yutmamıza yeterli gelmiyor. Burnham’in genç nesili ve bilhassa eskilerin dilinden düşürmediği milenyalleri anladığı falan yok. Sadece bu nesli ilgi çekici bulmuş ve en az Kayla kadar onaylanma isteğinde bir film yaratmış besbelli. Kapsamı dar, sürekli aynı gözlemlerini paylaşan ve mizah geçmişi sebebiyle de sahneler arasında organik bir bağ kurmaktan yoksun, zoraki bir duygu çelengi. Hani Kayla, Youtube’a kimsenin izlemeyeceği ve asla uygulamadığı hayat derslerini kondururken kendine harcadığından daha çok vakit harcıyor, âdeta bu süreci dinî bir ritüele çeviriyor ya, keşke Burnham da sete gelmeden önce ahkam kesmek yerine senaryosunda iyileştirmeler yapmak için efor sarf etseymiş. Belki o zaman natüralist diye satılan camekana bakınıp sahneye koyduğu yeni nesil sefalet pornosunu biraz olsun samimi bulma şansımız olurdu.
Fesat Mukayese: Spider-Man: Homecoming > Eighth Grade