Eleştiri
Mission: Impossible – Fallout
Tom Cruise’un adrenalin salgılamak istediği dönemlerde çatıdan çatıya atlayıp, helikopter ve uçaklarla tehlikeli işler kovaladığı Mission: Impossible geçtiğimiz yaz sinemalarımıza konuk olmuş ve ben de tembellik yapıp gitmemiştim. Neyse ki geç buluşmamızın ardından sıcak bir yaz gününün yarım saatini dev ekranda reklam izlemeye ayırmadığım için kutlayabiliyorum şimdi kendimi. Amerika’nın James Bond’a cevabı olarak nitelendirilebilecek Ethan Hunt beyefendinin gönlü eylensin diye bu sefer önceki maceralarından karakterler toplanıp güzel bir kokteyl hazırlanmış. Görünüşte ahmaklıklarına doyamayacakmışız gibi hissettiğimiz yakın dostları, serinin başına gelmiş en güzel şey olarak Rebecca Ferguson ve simalarını gördükçe hatırlayacağınız düşmanlar, eski fanfinifonlar… Sanırsınız bit pazarına nur yağmış, Ethan Hunt da dönmüş kıbleye doğru, açmış ellerini, para da para diye bağırıyor. Dev bir turnusol muamelesi göstermekten büyük keyif aldığım franchise‘ın yüz üstü kapaklanıp düşse de rahat etsek dediğimiz son halkasında değişen pek de bir şey yok yani yapılan onca tatavaya rağmen. Bir nebze olsun Londra’ya doymak, yanlış sebeplerle Tate’in içerisinde dolanmak istiyorsanız kapılar sonuna kadar açık tabii. Fakat son saniyeye kadar sözde şıp şıp terleten ucuz tansiyonu, kötü adamın bir anlık boşluğunda uçurumlara yar olduğu büyük kapışması ve daha nice göz devirten olay yeri esprisiyle alıcılarımızın ayarları karıştırılıyor. Seyircinin soluk almamasını istemelerine amenna. Benim sıkıntım aralarda dolgu maddesi olarak kullanılan berbat hikâyeyle. Ah be Ethan ağabeyim, yıllardır vaktimizi çalıp duruyorsun, hiç mi kaşarlanmadın bu süreçte? Geçtim muadillerini, eskiden sizin janrın ulaştığı gişe rakamlarını ilk haftasonunda elde eden çizgi roman uyarlamalarına bir göz atın bari. Kötünüzün motivasyonu, iyinizin de üçüncü boyutu olsun mesela. Hayır bir de kendinizi ciddiye aldığınızı açık etmişsiniz yarattığınız hatıra defterinin sayfalarını kullanarak, bari bu birikime saygınız olsaydı. Burada alkışlayabildiğim tek bir şey var, o da iyi prova edildiği belli kovalamaca ve yakın dövüş sahneleri. Bir “film” yaratmaktansa, bir seyir deneyimi yaşatmaya odaklanınca da bu yalınlaşmayı doğal karşılamak gerekiyor ne acıdır ki. Ne de olsa amaçlanan her şeye ulaşılmış. Bir bilgisayar oyununun içerisine bırakılmış gibi salt gürültü patırtı izletiyor. Varsın gerisi akıl fikir kaybettirsin, öyle değil mi? Henry Cavill’in meşhur bıyıkları ve Vanessa Kirby’nin ekrandan taşan has be has İngiliz femme fatale’i karnınızı doyursun demek istiyor da olabilir. Neyse ne canım, ev sinemasında Mission: Impossible izlememin cezasını size kesmeyeyim daha fazla. Ben aptal yerine konduğumda daha estetik, daha göze hitap eden bir şeyler görmeyi sevdiğimi biliyordum zaten. O yüzden bu Bond ile Hunt karşılaşmasında benim için bolca mil biriktiren 007 hep bir adım önde olacak. Ruhumuz Ada’ya teslim, bu da böyle biline.
Fesat Mukayese: Daniel Craig’in mavi mayosu > Henry Cavill’in bıyığı